İLK MÜSLÜMAN: HZ. HATİCE
Kâinatın Efendisi Hz. Muhammed (s.a.v.), Hira'daki ulvî
mazhariyetle İlâhî memuriyetini idrak etmiş ve kutsî risâlet vazifesini
yüklenmişti. Ancak, bu ağır ve büyük vazifenin icabları vardı, onları yerine
getirmek lâzım geliyordu. Bunun ise, içinde bulunduğu cemiyette pek kolay
olmayacağı da, kendisince muhakkak bilinen bir husustu.
O anda Efendimiz tek başına bir tarafta, bütün dünya bir
tarafta yer alıyordu. Ve o, umum dünyaya Allah'tan aldığı emirleri tebliğ
edecekti. Elbette bu, basit bir hâdise olarak görülemezdi.
Allah Resulü, dünyalar durdukça insanlığa nur ve şeref
olan vazifesine nereden ve nasıl başlaması gerektiğini de çok iyi
hesaplıyordu.
Durumu, evvelâ, en yakını bulunan zevcesi Hz. Hatice'ye
anlattı. Hz. Hatice, ona tereddütsüz sadâkat elini uzattı ve "ilk Müslüman"
olma şerefine kavuştu.
Resûli Ekrem Efendimiz, bundan sonra, Hz. Hatice'ye,
Cebrail'den (a.s.) öğrendiği şekilde abdest aldırdı ve yine Cebrail'den
öğrendiği surette imam olarak şerefli zevcesine iki rekât namaz kıldırdı.
Efendimizin kıldırdığı bu iki rekât namaz,* imam olarak
kıldığı ilk namazdır ve bir Pazartesi gününün sonuna doğru kılınmıştır.198
Önceleri namaz ikişer rekâttan iki vakit (bizim, sabah ve
akşam namazlarına yakın bir vakitte) olarak farz kılınmıştı. Daha sonra buna
gece namazı da (teheccüd) ilâve olundu. Mîrac'ta vaktin beş olarak tâyin
edilmesinden sonra, gece namazı farzı ümmet için nafileye çevrildi, ancak
Resûli Ekrem Efendimize farz olmakta devam etti (Bkz.: İbni Hişam, Sîre, c. 1,
s. 260261; Tâhirû'lMevlevî, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi, s. 24).
Tâhirû'lMevlevi, Müslümanlıkta İbâdet Tarihi, s. 25.
HZ. ALİ'NİN MÜSLÜMAN OLUŞU
Hz. Hatice'nin tereddütsüz îman edip Müslüman olması,
Resûli Ekrem Efendimizi son derece memnun ettiği gibi, şevkini de artırdı.
Artık, yeryüzünde dâvasını tasdik ve kabul eden biri vardı.
Peygamber Efendimizin İslâm'a davet ettiği ikinci insan,
yine en yakınlarından biri olan Hz. Ali idi. O, dört beş yaşından beri
Efendimizin terbiyesi altında bulunuyordu ve o, eşsiz terbiyenin eseri olarak,
akranlarına göre feraset ve ahlâk bakımından üstün bir seviyedeydi.
Bir gün, Resûli Ekrem Efendimizi, Hz. Hatice'yle namaz
kılarken gördü. Hayran hayran seyredip namaz bitince, "Nedir bu?.." diye
sordu. Resûli Ekrem, "Ey Ali!.. Bu, Allah'ın seçtiği, beğendiği dindir. Ben,
seni, bir olan Allah'a îman etmeye davet eder, insana ne faydası ne de zararı
dokunmayan Lat ve Uzza'ya tapmaktan sakındırırım." dedi.
Hz. Ali, bu teklif karşısında tatlı çocuk bakışlarını
yere dikerek bir an durakladı. Sonra, "Benim, şimdiye kadar görmediğim,
işitmediğim bir şey bu!.. Babam Ebû Tâlib'e danışmadan bir şey diyemem." diye
konuştu.
Fakat, Resûli Kibriya Efendimiz, henüz dâvasını açıkça
ilân etmek emrini almış değildi. Bu sebeple Hz. Ali'yi îkaz etti. "Ey Ali!.."
dedi, "Eğer söylediklerimi yaparsan yap; yok, eğer yapmayacak olursan,
gördüğünü ve işittiğini gizli tut, kimseye bir şey söyleme!"199
Hz. Ali, bu îkaz üzerine, sırrını muhafaza edeceğine söz
verdi. O geceyi düşünerek geçirdi. Şafak aydınlığıyla birlikte gönlüne de
aydınlık doğdu. Resûlullah'ın huzuruna vararak, "Allah beni yaratırken Ebû
Tâlib'e sormadı ki ben de Ona ibâdet etmek için gidip kendisine danışayım!"
dedi ve Müslüman oldu. "İlk Müslüman çocuk" şerefini kazanan Hz. Ali, o sırada
10 yaşında bulunuyordu.200
Tedbir, her zaman güzel bir harekettir; ama bir dâvanın
yeni yeni yayılmaya başladığı sırada çok daha güzeldir. İşte, Allah Resulü,
Hz. Ali'ye, gördüklerini ve işittiklerini şimdilik kimseye anlatmama ve
duyurmama îkazında bulunmakla, kâinatta da carî olan tedbir, tedriç ve hikmet
kanununa riâyet ederek, bizler için de bir ölçü veriyordu. Gerçekten, tedbire
başvurma, zaman ve mekânın şartlarını göz önünde bulundurarak dâvasını yayma,
Allah Resulünün tebliğ hayatında mühim bir yer işgal eder.
îman safında yer almada, Hz. Hatice ve Hz. Ali'yi, Resûli
Ekrem'in oğul edindiği Zeyd b. Harise (r.a.) takib etti.
Müslüman olduktan sonra Hz. Ali ile Hz. Zeyd'in Nebîyyi
Ekrem Efendimize gönülden bağlılıkları yeniden tazelendi ve güç kazandı. Artık
Efendimizden ayrılmıyor, namaz ve ibâdetlerini onunla birlikte îfa
ediyorlardı.
Hz. Ali, zaman zaman Resûlİ Ekrem'le birlikte Kabe'ye
gider, orada namaz kılarlardı.
Ashabtan Afıfi Kindî, alış veriş maksadıyla geldiği
Mekke'de, henüz îman etmemişken, Peygamberimiz, Hz. Hatice ve Hz. Ali'yi namaz
kılarken görmüştü. Müslüman olduktan sonra, o hâllerinden gıbtayla bahsederek
şöyle demiştir:
"Ben, o zaman îman edip de onların dördüncüsü olmayı ne
kadar isterdim!"201
Peygamber Efendimiz, dâvasını henüz umuma açıklamamış
olmasına rağmen, müşrikler onların Kabe'de namaz kılmalarından, yaptıkları
ibâdetten farklı bir ibâdet yapılmasından pek hoşlanmıyorlardı. Bu sebeple bir
müddet sonra, Peygamber Efendimiz, Hz. Ali'yle, namazlarını kırlarda,
vadilerde eda etmeyi daha uygun buldular.
Annesi ile Babası, Hz. Ali 'nin Peşinde!
Resûli Ekrem'i bir gölge gibi takib edip yalnız
bırakmayan Hz. Ali'nin bu hâli, anne ve babasının endişe ve telâşına sebep
oldu. Bilhassa anne Fâtıma Hâtûn, fazlasıyla korkuya kapıldı. Kocasına,
"Dikkat et, oğlun Muhammed'le çok dolaşıyormuş; sakın ona bir şeyler olmasın!"
dedi.
Ebû Tâlib, anlayışlı bir insandı. Durumu bizzat Peygamber
Efendimizden öğrenmek istedi. Bunun için bir gün Resûli Ekrem Efendimizle Hz.
Ali'nin arkalarından gitti. Onları Mekke'nin bir vadisinde namaz kılarken
buldu. Fahri Kâinat'a, "Ey kardeşimin oğlu!.." dedi. "Bu din, ne dindir?"
Peygamber Efendimiz, "Ey amca!.. Bu din, Allah'ın
dinidir. Meleklerin, peygamberlerin ve ceddimiz İbrahim'in dinidir. Allah,
beni onunla bütün kullarına gönderdi." dedi; sonra da, "Ey amca!.. Doğru yola
davet edeceklerimin ve bu davete koşması gerekenlerin başında sen varsın ve
sen buna herkesten daha lâyıksın! Putlara tapmaktan vazgeç ve bir Allah'a îman
et." diye teklifte bulundu.
Bir an düşünceye dalan Ebû Tâlib, sonunda, "Ben, eski
dinimden ayrılamam! Fakat, sen üzerinde bulunduğun dinde devam et! Allah'a
yemin ederim ki, ben sağ kaldıkça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar
kimse sana el uzatamaz, hoşlanmadığın bir şeyi sana eriştiremez!" diye
konuştu; sonra da oğlu Ali'ye döndü ve, "Oğulcağızım!.. Senin üzerinde
bulunduğun bu din nedir?" diye sordu.
Hz. Ali, "Babacığım!.." dedi, "Ben, Allah'a ve O'nun
Resulüne îman, onun Allah'tan getirdiklerini de tasdik ettim. Ona uydum ve
onunla birlikte namaz kıldım!"
Bunun üzerine Ebû Tâlib, "Ey oğlum!.. Amcan oğlunun
dinine sana da isteyerek girmek yaraşır. O, seni ancak hayra davet eder. Ona
itaat et!"202 diyerek hem Resûli Ekrem Efendimizi, hem de Hz. Ali'yi
sevindirdi; sonra da oradan uzaklaştı.
Eve dönen Ebû Tâlib'e, zevcesi Fâtıma Hâtûn, telâş ve
şiddetle, "Nerede oğlun?.. Hizmetçim, Ciyad mevkiinde onu Muhammed'le birlikte
namaz kılarken görmüş. Oğlunun dinini değiştirmesini uygun görüyor musun?"
diye sordu.
Ebû Tâlib, "Sus! Vallahi, amcası oğluna arka çıkmak ve
yardımcı olmak, elbette herkesten çok ona düşer!" diyerek telâş ve endişeye
mahal olmadığını ifade etti; sonra da, "Eğer nefsim, Abdûlmuttâlib'in dinini
bırakmak hususunda bana itaat etmiş olsaydı, ben de Muhammed'e tâbi olurdum.
Çünkü, O halimdir, emindir, tâhirdir."203 diye konuştu.
HZ. EBÛ BEKİR, MÜSLÜMANLAR SAFINDA
Hz. Ebû Bekir, eskiden berr Resûli Ekrem Efendimizin en
yakın dostlarından biri idi. Samimî görüşür ve konuşurlardı.
Onda da göze çarpan en mühim vasıf, Câhilliyye devrinin
çirkin âdetleri, kötü ahlâk ve yaşayışları ile fıtratını bozmamış olması, ruh,
kalb ve aklını şirk inancıyla kirletmemiş bulunmasıydı. Tanınmış bir tüccardı.
Kavminin ileri gelenleri her zaman fikrinden istifade ederlerdi. Kureyş'in kan
dâvalarını halleden de oydu. Bir diğer mühim vasfıda, Kureyş ailelerinin soy
soplarını, nesep şecerelerini, iyilik ve kötülüklerini gayet iyi bilmesiydi.
Resûlullah Efendimiz, henüz açıktan davete başlamamıştı.
Fakat yine de dâvası kulaktan kulağa yayılmış ve Kureyş ileri gelenleri
tarafından duyulmuştu.
Hz. Ebû Bekir, Yemen tarafına yaptığı bir seyahatten
henüz dönmüştü. Başta Ebû Cehil, Ukbe b. Ebî Muayt ve bazı Kureyş ileri
gelenleri, kendisine "hoş geldin" demek için evine vardılar. Hz. Ebû Bekir,
"Ben Mekke'de yokken neler olup bitti? Önemli bir haber var mı?" diye sordu.
Onlar, "Ey Ebû Bekir!.." dediler, "Büyük bir iş var! Ebû
Tâlib'in yetimi Muhammed, peygamberlik iddiasına kalkıştı! Biz de senin
Yemen'den dönüşüne kadar beklemeyi uygun bulduk. Artık, sen o dostuna git, ne
edeceksen et!*"
Hz. Ebû Bekir, derhâl Fahri Kâinat'ın evine vardı; "Yâ
Ebe'1Kasım!.. Peygamberlik iddiasında bulunduğun, kavminden ayrıldığın ve
atalarının dinini kötüleyip inkâr ettiğin doğru mu?" diye sordu.
Resûli Zîşan Efendimiz, küçük yaşlarından beri beraber
oldukları Hz. Ebû Bekir'in bu sözlerine önce tebessüm buyurdu, sonra da, "Yâ Ebû
Bekir!.. Ben sana ve bütün insanlara gönderilmiş Allah Resulüyüm! İnsanları tek
bir olan Allah'a davet ediyorum! Sen de şehâdet getir!" dedi.
Hz. Ebû Bekir'in akıl ve gönül âleminde bir anda şimşekler
çaktı. Bu sözleri, küçük yaşından beri çok iyi tanıdığı, zâtını candan seven
sayan ve o âna kadar mübarek dudaklarından hilâfı hakikat tek bir söz işitmeyen
Muhammedû'l Emin'den (s.a.v.) duyuyordu. Hiçbir tereddüt emaresi göstermeden
Müslüman oldu.204
İslâm'a davet karşısında en ufak bir tereddüt
göstermeyişini, Resûlullah Efendimiz, onun için bir fazilet sayarak şöyle
buyurmuştur:
"Ebû Bekir'den başka, îmana davet ettiğim herkes bir
duraklama, bir tereddüt, bir şaşkınlık geçirdi. Fakat o, kendisine İslâm'ı
anlattığım zaman ne durakladı ve ne de tereddüt etti!"205
Resûli Ekrem Efendimizi, bu itibarlı dostunun Müslüman
olması fazlasıyla sevindirdi. Hz. Âişe Validemizden gelen bu husustaki rivayet
şöyle:
"Nebîyyi Ekrem'i, iki dağ aralığında, Hz. Ebû Bekir'in
Müslüman olmasından daha çok sevindiren bir başka hâdise olmamıştır."
İslâm'la şereflenen Hz. Ebû Bekir'in daha evvel gördüğü bir
rüyası da böylece gerçekleşmiş oldu: Rüyasında bir ayın Mekke'ye indiğini, sonra
bölünerek şehrin evlerine dağıldığını, sonra da toplanıp kendi evine girdiğini
görmüştü.
Bu rüyasını o zaman Ehli Kitap'tan bazı âlimlere
anlatmıştı. Onlar, gelmesi beklenen peygamberin pek yakında Mekke'den
çıkacağını, kendisinin de ona uyup bahtiyarlar arasında yer alacağını
söylemişlerdi.206
Hz. Ebû Bekir, Müslümanlığını izhar etmekten de çekinmedi.
Müslüman olması, Kureyş arasında büyük bir yankı uyandırdı.
Çünkü o, Kureyş içinde itibarlı, sağlam, güvenilir, sözünde sâdık biri idi.
Sevimliliği ve yumuşak huyluluğu da onu kavmine sevdirmişti.
Hz. Ebû Bekir, Müslüman olan hür ekreklerin ilk halkasını
temsil ediyordu. Onun Müslüman olmasıyla, îman halkası biraz daha genişledi,
yollar biraz daha açıldı ve müstakim caddeye yürüyen bahtiyarlar daha da arttı.
Onun vasıtasıyla Müslüman olan Hz. Bilâli Habeşî ile îman ve İslâm nîmetine
erişen ve her biri âdeta bir sınıfın temsilcisi durumunda bulunan ilk
Müslümanlar şunlar oldu:
Kadınlardan, Hz. Hatice,
Çocuklardan Hz. Ali,
Hür erkeklerden Hz. Ebû Bekir,
Âzadlı kölelerden Hz. Zeyd b. Harise,
Kölelerden Hz. Bilâli Habeşî (Radıyallahü Anhüm)
199 Ibni Kesir, Sîre, c. 1, s. 428.
200 İbni Hişam, Sîre, c. 1, s. 262.
201 Ibni Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 18.
202 ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 264.
203 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 264; İbni
Sa'd, Tabakat, c. 8, s. 18; Taberî, Tarih,c. 2, s. 214.
204 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 268; İbni
Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 171.
205 Ibni Hişam, Sîre, c. 1, s. 269; İbni
Esir, Üsdû'lGabe, c. 2, s. 206.
206 Süheylî, Ravdû'lÜnf, c. 1, s. 165. |