Resûli Ekrem, Taiflilerin insafsız ve âdice hücum ve
hakaretlerine hedef olduğunda ve Mekke'ye döndüğünde müşriklerin daha da
şiddetli muhalefet ve eziyetleriyle karşı karşıya kaldığı hâlde, îman ve
İslâm'ı tebliğden bir an bile geri durmadı. Aksine, Taif dönüşü, İslâm'a davet
dairesini daha da genişletti ve kabileleri İslâm'a davete başladı.
Bir dâvanın hızla intişarı, şüphesiz, sağlam ve seviyeli
müntesiplerinin çokluğuyla doğru orantılıdır. Resûli Ekrem de bu gerçeği göz
önünde bulundurarak, hem îmana davet etmek, hem de Kureyş müşriklerine karşı
bir kuvvet olarak kullanmak gayesiyle hacc mevsiminde Mekke etrafında
konaklamış bulunan Arap kabileleri arasında dolaşıyordu.
Görüştüğü kabîle ileri gelenlerinin her biri, ayrı ayrı
bahaneler ileri sürerek İslâm'a girmekten uzak duruyorlardı. İçlerinde
Müslüman olma arzusunu izhar edenler var idiyse de, bunların İslâm safına
katılmalarına engel olunuyordu.
İslâm'a davet edilen bazı kabileler ise, davete icabet
etmedikleri gibi, Efendimize hakaretvâri sözler de söylüyorlardı.
Resûlullah'ın dolaştığı yerlere müşrikler de gidiyor, onu
âdeta bir gölge gibi takib ediyorlardı. Kabîle ferdlerinin İslâmiyetten uzak
durmalarında, şüphesiz, müşriklerin menfî, yalan ve iftira üzerine kurulu
propagandalarının büyük rolü vardı.
Resûli Ekrem, her sene belirli mevsimlerde kurulan Ukaz,
Mecenne, Zü'1Mecaz Panayırlarını (bir nevi fuar) gezmeyi, buraya gelmiş
bulunan kabilelerle görüşmeyi, halkına Kur'ân okuyup onları İslâm'a davet
etmeyi asla ihmâl etmezdi. Ne var ki, o, bu kutsî gayeyle halk arasında
dolaşırken, Ebû Leheb de ardı sıra geziyor ve "Muhammed, atalarının dininden
döndü, yalanlar uyduruyor; ona kanmayın!" diyor, halkın kendisiyle temas
etmesine mâni olmaya çalışıyordu.
Peygamber Efendimiz, kabileler arasında dolaşıp tebliğ
vazifesinde bulunurken, kabilenin bütün ferdleriyle değil, çoğu zaman sâdece
ileri gelenleri, reisleriyle görüşüyor, konuşuyor ve İslâm'ı onlara
anlatıyordu. Çünkü, kabile ferdlerinin, reislerine sarsılmaz bir bağlılık ve
hürmetleri vardı. Reislerinin İslâm'ı benimsemesi demek, tamamının mü'minler
safında yer alması demekti. Bu bakımdan Allah Resulü, kısa yoldan netice elde
edebilecek metodu takib ediyordu.
Resûli Ekrem'in bu tarz bir usûl takib etmesinde, hak ve
hakikati tebliğde mühim bir prensibi tesbit etmiş oluyoruz: Hak ve hakikate
davete, mümkünse önce beldenin ileri gelenlerinden, hatırı sayılır ve herkesin
saygısını kazanmış kimselerden başlamalıdır. Bir beldenin veya bir kabilenin
ileri gelenlerinin hak ve hakikati kabul etmesi, şüphesiz halkın da sür'atle
aynı dâvayı benimsemesini kolaylaştıracaktır!
MEDİNELİ İLK MÜSLÜMANLAR
Bi'setin 11. senesi hacc mevsimi idi.
Mekke'ye yarımadanın muhtelif yerlerinden birçok hacı
namzedi gelmişti. Bunlar arasında Medine halkından da bazı kimseler vardı.
Resûli Ekrem Efendimiz, hacc mevsiminde âdetleri olduğu
üzere kabileler arasında dolaşıp onları İslâm dinine davet ederken, Akabe
mevkii yakınında altı kişiden ibaret olan bu Medineli kafileye rastgeldi.
Onlara, "Siz kimsiniz?" diye sordu.
"Hazreç Kabîlesindeniz." diye cevap verdiler.
Peygayber Efendimiz, "Yahudilerin komşu ve
müttefiklerinden misiniz?" diye sordu.
"Evet..." dediler.
Bunun üzerine Efendimiz, "Otursanız da, sizinle biraz
konuşsak olmaz mı?" dedi.
"Olur." deyip oturdular.
Nebîyyi Muhterem Eifendimiz, onları Allah'ın varlık ve
birliğine îmana çağırdı. İbrahim Sûresinden bir bölüm tilâvet buyurdu ve
onları İslâm dinine davet etti.362
Onlar, "Galib ibni Fihr (Peygamberimizin 9. dedesi)
evlâdından bir peygamber gelecek." diye kendi ihtiyarlarından
işitirlermiş.Ayrıca, Medine'de oturan Yahudiler ile iki kardeşten türemiş
Hazreç ve Evs Kabileleri arasında eskiden beri devam edegelen bir husumet ve
anlaşmazlık vardı. Kâh barışırlar, kâh bozuşurlardı.
Yahudiler, Ehli Kitap ve ilim sahibi idiler; Evs ve
Hazreçliler ise Allah'a şerik koşar, puta taparlardı.
Ne zaman Yahudilerle araları açılsa, Yahudiler onlara,
"Beklenen peygamber gelmek üzeredir. Gelince, biz ona tâbi olacak, İrem ve Ad
kavimleri gibi sizin kökünüzü kazıyacağız!" der, dururlardı.
Bu sefer Resûli Kibriya Efendimiz, onları İslâm'a davet
edince, birbirlerine bakıştılar ve aralarında, "Vallahi, bu bize, Yahudilerin
geleceğini haber verdikleri peygamber olsa gerektir! Sakın, Yahudiler ona
inanmakta bizi geçmesinler!" diye konuşarak hemen îman ettiler ve Peygamber
Efendimizin huzurunda kelimei şehâdet getirdiler.363
Sonra da Resûli Kibriya Efendimize hitaben şöyle
konuştular:
"Kavmimiz birbirlerine kin ve düşmanlık besledikleri
gibi, başka bir kavimle de aralarında kötülük ve düşmanlık vardır. Umulur ki
Allah, onları da sayenizde bir araya toplar. Biz hemen dönüp, onları da senin
anlattıklarına davet edeceğiz. Eğer Allah, onları bu din üzerinde bir araya
getirir, birleştirirse, senden daha aziz ve şerefli bir kimse olamaz!"364
Resûli Kibriya Efendimizin dâvetine icabet edip
İslâmiyetle müşerref olan Medineli ilk altı zât şunlardı:
Ebû Ümame Es'ad b. Zürare Avf b. Haris, Rafı'b. Mâlik,Ukbe
b. Amir,
Cabir b. Abdullah b. Riab.365
Bu altı zât, kabileleri tarafından hatırı sayılır ve
sevilir kimselerdi. Bu sebeple, Medine'ye dönüp, akrabalarına Peygamber
Efendimizi anlatıp, onları İslâm'a davet edince, İslâmiyet, Medine içinde bir
anda yankı yaptı. Allah ve Resûlullah sadâsı şehrin ufuklarını sardı. Şehirde,
Peygamberimiz ve İslâm'ın anılmadığı ev hemen hemen kalmamış gibiydi!
Böylece, Medine'ye, İslâm nurundan parıltılar götürme
bahtiyarlığına bu altı zât ennişti. Medine'ye parıltıları ulaşan ebedî nur,
artık birdenbire burada parlayacak ve kısa bir zaman sonra şehri, İslâm
Devletinin merkezi hâline getirecekti.
İLK AKABE BÎATI
(Bi'setin 12. senesi / Milâdî 621)
Bi'setin 11. yılında Akabe mevkiinde İslâmiyetle
şereflenen altı Medineli, bir sene sonra aynı yerde buluşacaklarına dair
Resûli Ekrem Efendimize söz vermişlerdi.
İlk görüşmelerinin üzerinde bir sene geçip hacc mevsimi
gelince, içlerinde bir sene önce İslâm'la şereflenmiş bulunan altı kişinin de
bulunduğu Medineli 12 kişilik bir kafile Mekke'ye çıkıp geldi.
Akabe denen küçük ve dar vadide bir gece vakti, gizlice
Resûli Ekrem'le buluşarak görüştüler.
Bu görüşme sonunda da:
Allah'a hiçbir şeyi eş ve ortak koşmamak,
Hırsızlık yapmamak,
Zinada bulunmamak,
Çocuklarını öldürmemek,
Kimseye iftira etmemek,
Hiçbir hayırlı işe karşı çıkmamak,
üzere Peygamber Efendimize bîat ettiler.366
Bu bîattan sonra Peygamber Efendimiz, kendilerine hitaben
şöyle konuştu:
"Sizden, verdiği sözde duranın ücret ve mükâfatını Allah,
tekeffül etmiş, onlara Cennet hazırlamıştır! Kim, insanlık icabı bunlardan
birini işler de ondan dolayı dünyada cezaya uğratılırsa, bu ona keffaret olur!
Kim de, yine bunlardan, insanlık haliyle birini irtikâb eder de işlediği o
şeyi Allah gizler, açığa vurmazsa, onun işi de Allah'a kalır. Dilerse onu
bağışlar, dilerse azaba uğratır!"367
Ayrıca, bu Müslümanlar, Resûli Ekrem'le aralarında şu
şekilde bir anlaşma da akdettiler:
"Gerek sıkıntı ve darlıkta ve gerekse refah ve sevinç
hâlinde (söz) dinlemek ve itaat etmek (başta gelir.) Ve sen bizzat, bizim
üstümüzde bir tercihe sahip olacaksın ve senin hiçbir iyi hareketinde sana
karşı itaatsizlik etmeyeceğiz."368
İlk Akabe Bîatında bulunanların yapmayacaklarına dair söz
verdikleri—yukarıdaki—hususlar, huzurlu bir cemiyet hayatının temelini teşkil
eden unsurlardır. Bu çirkin hareketlerin hâkim olduğu cemiyetlerde elbette
emniyet ve âsâyiş olamazdı.
Akabe Biatinin yapıldığı yer ve Akabe Mescidi.İnsanlığı
huzur ve saadete kavuşturmak ve cemiyet hayatını âsâyiş temeli üzerine
oturtmak için gelen İslâm, elbette bu hususları vazgeçilmez birer esas olarak
kabul edecek ve bu hususta müntesiplerinden kesin söz alacaktı.
Bîatta Bulunanlar
Bu ilk Akabe Bîatında bulanan Medineli 12 Müslüman
şunlardı:
1) Es'ad b. Zürare, 2) Avf b. Haris, 3) Muaz b. Haris, 4)
Rafı' b. Mâlik, 5) Zekvan b. Kays, 6) Ubade b. Sâmit, 7) Yezid b. Salebe,
Abbas b. Ubade, 9) Kutbe b. Âmir, 10) Ukbe b. Âmir, 11) Uveyn b. Saide, 12)
Ebû'lHeysem Mâlik b. Teyyihan.369
Medineli bu Müslümanlar, görüşmelerden sonra yurtlarına
geri döndüler. Orada kendi kabileleri arasında İslâm'ın nurunu ve sesini
duyurmaya ve yaymaya devam ettiler.
Mus 'ab b. Umeyr 'in Gönderilmesi
Bir müddet sonra, Medineli Müslümanlar, Resûlullah'tan
kendilerine İslâm âdab ve erkânını öğretecek bir Kur'ân muallimi göndermesini
istediler. Resûli Ekrem, onların bu tekliflerini, fıtraten oldukça nâzik ve
medenî, aynı zamanda güzel bir sımaya sahip, Kureyş'in eşrafından genç sahabî
olan Mus'ab b. Umeyr Hazretlerini göndererek derhâl yerine getirdi.370
İSLÂM NURU MEDİNE'DE PARLIYOR
Esad b. Zürare Hazretleri, Medineli Müslümanların bir
nevi önderliğini yapıyordu. Bu sebeple genç sahabî, Kur'ân muallimi Mus'ab b.
Umeyr (r.a.), Medine'ye gelince, onun evinde kalmaya başladı. Artık bu ev,
Müslümanların buluşmaları için merkezî bir yer teşkil ediyordu.
Bizzat Resûli Kibriya'dan dersini almış bulunan Hz.
Mus'ab, zamanı ve şartlan çok iyi değerlendirebilen, fırsatları çok güzel
kullanabilen bir sahabî idi. Bütün gayret ve himmetini, Medine'de İslâm'ın
yayılmasına hasretmişti. Kabîlelerin hatırı sayılır kimseleriyle görüşüyor,
konuşuyor, onlara "Kavli Leyyîn"le İslâm'ı anlatıyordu.
ÜSEYYİD B. HUDAYR İLE SA'D B. MUAZTN MÜSLÜMAN OLMASI
Medineli Müslümanların Kur'ân muallimi Hz. Mus'ab b.
Umeyr, onların reisleri olan Es'ad b. Zürare (r.a.) evinde kalıyor ve İslâm'ı
tebliğ ve yayma hizmetini buradan yürütüyordu.
Medine'de birçok kimse Müslüman olmuştu, ama İslâm'ın
daha da hızlı intişarı için bazı mâniler vardı. Evs Kabilesinin Reisi Sa'd b.
Muaz ile yine reislerden bulunan Üseyyid b. Hudayr, henüz Müslüman
olmamışlardı. Onların bu durumu haliyle halka da tesir ediyordu.
Sa'd b. Muaz, Esa'd b. Zürare Hazretlerinin halasının
oğlu idi.
Bir gün Mus'ab ile Es'ad Hazretleri, Benî Zafer'e âit bir
evin bostanındaki Merak Kuyusunun başında oturmuş, sohbet ediyorlardı.
Etraflarında Müslümanlardan da birçok kimse vardı.
Bu sırada elinde mızrağı olduğu hâlde, Üseyyid b. Hudayr
yanlarına çıkageldi. Hiddet ve şiddetle, "Siz, bize neye geldiniz? Birtakım
aklı ermez ve zaîf kimseleri aldatıp azdırıyorsunuz! Hayatınızdan olmak
istemiyorsanız, derhâl buradan ayrılın!" dedi.
Hz. Mus'ab, "Hele biraz dur, otur! Sözümüzü dinle,
maksadımızı anla! Beğenirsen kabul edersin, beğenmezsen o zaman engel
olursun." diye gayet nâzikçe mukabelede bulundu.
Üseyyid, "Doğru söyledin!" dedi ve mızrağını yere
saplayarak yanlarına oturdu.
Hz. Mus'ab, ona İslâmiyet hakkında bir konuşma yaptı ve
Kur'ânı Kerîm okudu.
Üseyyid kendisini tutamayarak, "Bu ne kadar güzel, ne
kadar iyi bir söz!" diye konuştu ve, "Bu dine girmek için ne yapmalı?" diye
sordu.
Mus'ab (r.a.), ona İslâm'ı anlattı. O da şehâdet
kelimesini getirerek İslâmiyetle müşerref oldu.371
Sonra da, "Ne yaptın?" diye sordu. Üseyyid şöyle konuştu:
"O iki adama, söylenmesi gerekeni söyledim! Vallahi, ben
onlardan bir itaatsizlik, bir inat görmedim!"
Sa'd b. Muaz, "Vallahi, sen de beni tatmin edici bir
malûmat getirmedin." dedi ve doğruca Mus'ab ile Esa'd'ın (r.a.) yanına vardı.
Hiddetli hiddetli, "Ey Es'ad!.. Eğer seninle aramızda akrabalık olmasa, böyle
kabilemiz içine soktuğunuz çirkin işlere sabr ve tahammül edemezdim!" diye
tekdir ve tehdit etti.
Mus'ab (r.a.) aynı şekilde ona da, "Hele biraz durunuz!
Oturup dinleyiniz! Anlayınız da... Beğenirseniz kabul edersiniz, beğenmezseniz
biz de size çirkin gördüğünüz işi tekliften vazgeçeriz." diye nâzikçe cevap
verdi.
Onun üzerine, Sa'd oturdu ve Hz. Mus'ab'in sözlerini
dinlemeye başladı.
Hz. Mus'ab, ona, İslâm Dininin ne demek olduğunu anlattı
ve Zuhruf Sûresinin baş kısımlarından okudu.
Kur'ân okunurken, Sa'd'in yüzü birdenbire değişiverdi.
Sîmasında îman alâmetleri bir anda belirdi. Dinledikleri, o âna kadar
duymadığı, bilmediği şeylerdi. Kur'ân'ın eşsiz belagatı ve tatlı üslûbu
karşısında derhâl, "Siz bu dine girerken ne yapıyordunuz?" diye sordu.
Mus'ab (r.a.), ona İslâm Dininin esas ve âdabını anlattı.
O da orada şehâdet getirerek Müslüman oldu.372
Sonra da kendi kavmi olan Benî Abdû'lEşhel cemaatinin
yanına döndü. Onlara, "Ey topluluk!.. Beni nasıl biliyorsunuz?" diye sordu.
"Sen bizim büyüğümüz, en üstünümüzsün." diye cevap
verdiler.
Bunun üzerine Sa'd Hazretleri, "Öyle ise siz de Allah
Resulüne îman etmelisiniz." dedi ve ilâve etti: "îman etmedikçe sizin erkek ve
kadınlarınızla konuşmak bana haram olsun!"
Bu söz üzerine, Benî Abdû'lEşhel aşireti içinde o gün
îman etmedik hiç kimse kalmadı.
Es'ad b. Zürare Hazretleri de, Mus'ab'la (r.a.) birlikte
evine döndü.
Artık, Mus'ab Hazretleri, Medine'de İslâm'ı tebliğ ve
neşirde yalnız değildi. Evs ve Hazreç Kabilelerinin reisleri de yanında yer
almışlardı. Olanca gayretleriyle İslâm'ın yayılmasına çalışıyorlardı.
Yine, İslâm'ı tebliğ ve neşir merkezi, Es'ad b. Zürare
Hazretlerinin evi idi. Mus'ab ile Sa'd b. Muaz Hazretleri, el ele vererek,
burada insanları hak dine davetle meşgul oluyorlardı.
Kısa zamanda, İslâmiyet, Medine'de büyük bir inkişaf
kaydetti. Öyle ki, Evs ve Hazreç Kabileleri içinde Benî Ümeyye b. Zeyd'in
hanesinden başka İslâm ve Kur'ân nuruyla aydınlanmayan ev kalmadı. Bir müddet
sonra bu evde de İslâm'ın nuru parlamaya başladı!
İKİNCİ AKABE BÎATI
(Bi'setin 13. senesi/Milâdî622).
Bu senenin hacc mevsiminde Kur'ân muallimi Mus'ab b.
Umeyr Hazretleri, hem Medine'deki İslâmî gelişmeyi bizzat Peygamber Efendimize
bildirmek, hem de haccetmek üzere Evs ve Hazreç Kabilelerine mensup ikisi
kadın 75 Müslümanla Mekke'ye geldi.
Bunları temsilen bir grup, Mescidi Haram'da amcası Hz.
Abbas'la oturan Resûli Ekrem Efendimizin yanına vardılar ve şu teklifte
bulundular:
"Yâ Resûlallah!.. Biz oldukça kalabalığız. Seni yanımıza
almak, size yardımcı olmak, uğrunuzda canımızı feda etmek, şahsımızı
koruduğumuz şeylerden zâtınızı da esirgemeyip korumak üzere söz birliği etmiş
bulunuyoruz! Bu hususta sizinle daha geniş konuşmak için nerede buluşalım?"
Resûli Kibriya, yine Akabe'de buluşmayı uygun gördü.
Bu buluşma, gece yarısı olacak ve kimseye
duyurulmayacaktı. Hattâ, karargâhlarından ayrılırken ve dikkatleri çekmemek
için küçük küçük gruplar hâlinde Akabe'ye geleceklerdi.373
Medineli Müslümanlar, bu talimat gereği gece yarısı hiç
kimseye hissettirmeden ve kimsenin dikkatini çekmeden Akabe yanındaki vadide
bir araya geldiler.
Peygamber Efendimiz de buraya, henüz Müslüman olmamış
amcası Hz. Abbas'la geldi. Hz. Abbas'ın maksadı, yeğenini bu mühim meselede
yalnız bırakmamak, yapılanları ve verilen sözleri bizzat görüp işitmekti.
Önce, Hz. Abbas söz aldı. Medineli Müslümanlara hitaben,
Allah Resulünü koruma hususunda kendilerine güvenleri varsa bu işe
girişmeleri, aksi takdirde daha şimdiden bu işten vazgeçmeleri gerektiğini
belirten bir konuşma yaptı.
Ancak, Medineli Müslümanlar, bizzat Resûlullah'ın
konuşmasını istiyorlardı. "Yâ Resûlallah!.. Sen de konuş! Kendin ve Rabbin
için arzu ettiğin ahdi al." dediler.
O esnada Medineli Müslümanların önderi durumunda olan
Es'ad b. Zürare Hazretleri, Resûlullah'tan konuşmak için müsaade aldı ve, "Yâ
Resûlallah!.." dedi, "Her davetin bir yolu var: O yol ya kolay olar ya da
zor!.. Bugün senin yaptığın davet, insanların çok zor kabul edecekleri çetin
bir davettir! Sen, bizi takib ettiğimiz dini bırakmaya ve kendi dinine tâbi
olmaya davet ettin. Bu, çok güç ve zor bir işti. Buna rağmen biz bu teklifini
kabul ettik. Biz, yurdumuzda, şerefli ve her tecavüzden korunmuş, orada değil
kavminden ayrılan ve amcaları tarafından düşmanlarına teslim edilmek istenilen
bir zâtın, hattâ kendimizden başka hiç kimsenin de hâkim olmak için göz
dikemeyeceği bir cemaattik. Bu çok zor bir iş olduğu hâlde, biz senin bu
yoldaki teklifini de kabul ettik! Hâlbuki, bütün bunlar—Allah Teâlâ, doğru
yolu bulma azmini ve sonunda hayra ulaşma ümidini ihsan etmedikçe—insanların
hiç de hoşlanacakları şeylerden değildi. Fakat, biz bunları dillerimizle
ikrar, kalblerimizle tasdik, ellerimizi uzatmak suretiyle kabul ettik!
Allah'tan getirdiklerine bilerek ve inanarak sana bîat ediyoruz! Biz,
Rabbimize ve Rabbine bîat ediyoruz! Allah'ın kudret eli, ellerimizin
üzerindedir! Kanlarımız kanınla, ellerimiz elinledir! Kendimizi, evlâdlarımızı,
kadınlarımızı esirgeyip koruduğumuz şeylerden seni de esirgeyip koruyacağız!
Eğer bu ahdimizi bozarsak, Allah'ın ahdini bozan bedbaht insanlar olalım!"
Es'ad b. Zürare Hazretleri, konuşmasının sonunu şöyle
bağladı:
"Yâ Resûlallah!.. Kendin için arzu ettiğin ahdini bizden
al, Rabbin için de istediğin şartı koş!"
Resûli Ekrem Efendimiz, önce onlara Kur'ânı Kerîm'den
bazı âyetler okudu. Onları Allah'a davet, İslâmiyete teşvik ettikten sonra da
kendisi ve Rabbi için arzu ettiği hususları şöyle sıraladı:
"Yüce Allah için size söyleyeceğim şartım şudur:
"O'na hiçbir şeyi eş ve ortak koşmadan ibâdet etmeniz.
Namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir.
"Kendim için isteyeceğim ise şudur:
"Allah'ın peygamberi olduğuma şehâdet etmeniz; kendinizi,
çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanız."374
Bu sırada, Abdullah b. Revaha söz alarak, "Yâ Resûlallah!..
Bunları söylediğiniz tarzda yaparsak bize ne var?" diye sordu.
Resûli Ekrem, "Cennet var!" diye cevap verdi.
Bu cevabı alınca, gözlerinde parlayan pırıl pırıl
sevinçlerini, "O hâlde, bu, kazançlı ve kârlı bir alış veriştir!"375 diyerek
sözleriyle de te'yid ettiler.
Sonra, Peygamber Efendimize, "Yâ Resûlallah!.. Sana ne
yolda bîat edelim, söz verelim?" diye sordular.
Resûli Ekrem Efendimiz, "Allah'tan başka ilâh
bulunmadığına ve benim de Allah'ın Resulü olduğuma şehâdet getirerek, namazı
kılacağınıza, zekâtı vereceğine; neşeli neşesiz zamanlarınızda sözlerime itaat
edeceğinize, emirlerime tamamıyla boyun eğeceğinize; darlıkta da varlıkta da
muhtaçlara yardımda bulunacağınıza; hiçbir kınayıcının kınamasından
korkmaksızın, Allah yolunda, Allah için hak ve gerçeği söyleyeceğinize,
iyiliği emredip kötülükten alıkoyacağınıza bey'at etmeli, bana kesin söz
vermelisiniz! Şahsıma gelince... Bana her yönden yardım edeceğinize; yanınıza
vardığımda, kendinizi, kadınlarınızı ve çocuklarınızı esirgeyip koruduğunuz
şeylerden beni de esirgeyip koruyacağınıza kat'î söz vermelisiniz!"376 dedi.
On İki Temsilci
Bundan sonra Resûli Kibriya Efendimiz, onlara,
"Aranızdan, her hususta kavimlerinin benim yanımda temsilcisi olacak 12 kişi
seçiniz. Musa da, İsrail Oğullarından 12 temsilci almıştı."377 buyurdu.
Medineli Müslümanlar, Hazreç Kabilesinden dokuz,
Evslilerden de üç temsilci seçtiler.
Hazreçlilerden seçilen zâtlar şunlardı:
1) Ebû Ümame Es'ad b. Zürare, 2) Sa'd b. Rebi, 3) Rafı b.
Mâlik, 4) Abdullah b. Ravaha, 5) Abdullah b. Amr, 6) Bera b. Marur, 7) Sa'd b.
Ubade, Ubade b. Sâmit, 9) Münzir b. Amr.
Evslileri ise şu zâtlar temsil edecekti:
1) Useyyid b. Hudayr, 2) Sa'd b. Hayseme, 3) Ebû'lHaysem
Mâlik b. Tayyihan.378
Bu temsilcilerin hepsi de Medine'nin ileri gelen, hatırı
sayılır kimseleri ve okuma yazmasını bilen âlim zâtlardı.
Peygamber Efendimiz, seçilen temsilcilere, "Havariler,
Meryem oğlu İsa'ya karşı kavimlerinin kefili oldukları gibi, siz de sizden
olanların kefilisiniz, ben de Mekkeli muhacirlerin kefiliyim."379 dedi.
Onlar da, "Evet." deyip tasdik ettiler.
Ayrıca, Resûli Ekrem Efendimiz, 12 temsilci seçildikten
sonra Es'ad b. Zürare Hazretlerini de, seçilen 12 temsilcinin başkanı tâyin
etti.
Temsilciler, temsil ettikleri topluluklarla konuşup,
bey'atın ehemmiyetini anlattılar ve onları Resûlullah'a bey'ata hazırladılar.
Bundan sonra Resûli Ekrem Efendimiz, mübarek ellerini
uzattı. Medineliler teker teker bîat ettiler. Sâdece iki kadına Efendimiz
elini vermedi ve onları da kendisine bîat etmiş kabul etti.
Yapılan bey'at, bir mânâda Medineli ve Mekkeli
Müslümanlar arasında bir ittifaktı.
MÜŞRİKLERİN DURUMU SEZMELERİ!
Bîat, gecenin karanlığında, çağırılanların dışında
kimsenin göremeyeceği tenha bir yerde cereyan etmişti.
Buna rağmen, bîat biter bitmez kulaklarına bir ses geldi:
"Ey Kureyş!.. Muhammed ile atalarının dininden çıkmış Medineliler, sizinle
savaşmak için toplanıp sözleştiler!"
Gecenin karanlık ve sükûtunu yırtan bu ses kimindi ve
nereden geliyordu? Herkesi bir merak ve telâş sardı.
Bu ses, Münebbih b. Haccac'ın sesine benziyordu. Resûli
Ekrem, "Derhâl konak yerlerinize dönünüz!" emrini verdi.
O sırada Medineli Abbas b. Ubade, "Yâ Resûlallah İstersen
sabah olur olmaz kılıçlarımızı kınından sıyırır ve Mina'da bulunan halkın
üzerine yürür, onları kılıçtan geçiririz!" diyerek konuştu.
Ancak, Resûli Ekrem, henüz sabır silâhım kullanmakla
vazifeliydi. Şöyle buyurdular:
"Hayır, hayır... Bize henüz bu şekilde hareket etmemiz
emrolunmadı. Hepiniz yerlerinize dönünüz."380
Bunun üzerine, Medineliler konak yerlerine döndüler.
Sabah olunca, durumu sezmiş bulunan Kureyşli müşrikler,
kendilerince mahiyeti henüz meçhul bulunan hâdiseyi tam öğrenmek üzere tahkike
başladılar. Kendileri gibi putperest olan Medinelilerden sordular. Ancak,
onların böyle bir meseleden haberleri olmadığından dolayı yemin ederek, "Böyle
bir şey olmadı. Biz, böyle bir şey bilmiyoruz." dediler.
Medineli Müslümanlar ise, doğru yolun sükût olduğunu
düşünerek, tek kelime konuşmuyorlardı!
Kureyşli müşrikler, bu sefer Abdullah b. Übey b. SelüPe
gidip sordular. O da aynı şekilde, "Bu, büyük bir iştir! Böyle bir şey
olmamıştır! Söylenenler boş lâf olsa gerek! Kavmim, bana böyle bir şey
danışmadı. Onlar, Yesrib'te iken bana danışmadan hiçbir iş yapmazlardı." dedi.
Bunun üzerine Kureyşli müşrikler, Medineli putperestlerin
bu hususta herhangi bir bilgileri olmadığı kanaatine vardılar.
Şayet Resûli Ekrem Efendimiz, "Bu işi sizden başkasına
duyurmayın." dememiş olsaydı ve Medineli Müslümanlar da bu işi müşrik
hemşehrilerinden gizlememiş olsalardı, elbette bu olay Mekkeli müşriklere
onlar tarafından duyurulacak ve kuvvetli ihtimalle orada Müslümanların başına
büyük bir gaile açılacaktı. Belki de, Medine'ye henüz açılmış bulunan
İslâmiyet için büyük bir mâni ortaya çıkacaktı.
Hacc mevsimi sona erince, Medineli Müslümanlar da
yurtlarına geri dönmek üzere yola koyuldular.
Medineli Müslümanların Mekke'den ayrılışlarından az zaman
sonra, müşrikler böyle bir anlaşmanın cereyan etmiş olduğunu öğrendiler.
Derhâl Müslümanları takibe koyuldular. Ancak Medineliler çoktan o civardan
uzaklaşmış bulunuyorlardı. Sâdece iki kişiyi yakalayabildiler: Sa'd b. Ubade
ve Münzir b. Amr... Bu iki zât her nasılsa Medine kafilesinden geri
kalmışlardı. Daha sonra Münzir Hazretleri bir yolunu bulup ellerinden
kurtuldu. Müşrikler, sâdece Sa'd b. Ubade'yi Mekke'ye getirdiler ve âdeta
hınçlarını bu sahabîden almak istercesine kendisine eza ve işkencelerde
bulundular. Sonunda, Sa'd b. Ubade Hazretleri, kendisini daha önceden tanıyan
ve Medine'den geçerken evinde misafir olan iki müşrik tarafından himayeye
alınarak bu eziyet ve işkencelerden kurtuldu.
Yurtlarına dönen Medineli Müslümanlar, artık dört gözle
muhacirleri ve Resûli Zîşan Efendimizin yolunu bekliyorlardı!
362 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 70; Ibn-i
Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 217; Taberî, Tarih c. 2, s. 234.
363 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 70;
ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 217; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234.
364 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 71;
Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234.
365 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 71;
Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 218-219; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 234-235.
366 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 75-76;
Taberî, Tarih, c. 2, s. 235.
367 Doç. Dr. Salih Tuğ, İslâm Vergi
Hukukunun Ortaya Çıkışı, s. 27 (Ank. 1963).
368 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 75-76;
Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 220; Taberî, A.g.e., c. 2, s. 235.
369 ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 73; Ibn-i
Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 220.
370 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 76; Ibn-i
Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 220.
371 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 77-78;
Ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 420; Taberî, Tarih, c. 2, s. 236.
373 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 83-84;
ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 221; Taberî, Tarih, c. 2, s. 228.
376 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 97;
Halebî, A.g.e., c. 2, s. 175.
377 Ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 85;
Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 222; Taberî, Tarih,c. 2, s. 239; ibn-i Seyyid,
Uyûnû'l-Eser, c. 1, s. 164; Halebî, İnsanû'l-Uyun,c. 2, s. 176-177.
378 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 86-87;
Ibni-i Seyyid, A.g.e., c. 1, s. 164.
379 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 88;
Ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 223.
380
ibn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 90; ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 223.