Zeyd b. Harise, Kelb Kabîlesne mensuptu. Henüz sekiz
yaşlarında küçük bir çocuk iken, annesiyle beraber gittiği akrabalarının
yanında, bir başka kabilenin baskını sırasında esir alınmıştı. Esirler
pazarından da, Hz. Hatice'nin yeğeni Hâkim b. Hizan tarafından 400 dirheme
satın alınıp Mekke'ye getirilmişti.128 Hz. Hatice, Zeyd'i yeğeninden almış ve
evinde barındırıyordu.
Bu sırada Efendimiz, Hz. Hatice'yle evli bulunuyordu.
Resûli Ekrem, bu küçük çocuğu sevmişti. Bu sebeple, Hz.
Hatice'den onu kendisine bağışlamasını istedi. Muhterem zevceleri,
Peygamberimizin bu arzusunu yerine getirdi.
Nebîyyi Ekrem Efendimiz, onu alır almaz âzad etti.129 Her
zaman hürriyeti benimseyen ve seven bir büyük insandı o... Her yaşında,
insanlara, onların vazgeçilmez hak ve hürriyetlerine son derece hürmetkar ve
riayetkardı. Fânî hayatının son ânına kadar bu eşsiz ulvî duygusu ve hasleti
her zaman kemâl derecesinde tecellî edecektir!
Zeyd, belirttiğimiz gibi, henüz küçük bir çocuktu.
Ebeveyni, onun nereye götürüldüğünü, kime satıldığını
bilmiyordu. Harise Ailesi, çocukları için her gün gözyaşı döküyordu.
Babası Harise, evde duramaz olmuştu. Diyar diyar
dolaşıyor, sormadık kabile ve uğramadık yurt bırakmıyordu. Biricik oğlu Zeyd
için şiirler söylene söylene geziyordu.
Küçük Zeyd ise, sanki anne babasını unutuvermişti. Mes'ud
ailenin saadeti onun da yüksek ruhunu olanca gücüyle sarmış ve âdeta onun
ayrılmaz bir parçası hâline gelmişti. Rahatı yerindeydi, Kâinatın Efendisiyle
kaynaşmıştı. Onun şefkatli kanatları arasında mes'uddu, sevinçli ve huzurlu
idi.
Zeyd'in Yeri Tesbit Edildi!
Günün birinde Kelb Kabilesinden birkaç kişi, Kabe'yi
ziyarete geldi. Bu arada, Zeyd'i gördüler ve kendisiyle sohbet edince de
tanıdılar.
Babasının, annesinin durmadan kendisi için gözyaşı
döktüklerini, hasretiyle yanıp tutuştuklarını Zeyd'e anlattılar.
Fakat Zeyd, gayet sakin ve rahat idi. Anne şefkati ve
baba sevgisinden daha ulvî ve kutsî şeylere mazhar olmanın gönül rahatlığı
içinde, onlara cevabı şu oldu:
"Annemin babamın benim için gözyaşı döktüklerini
biliyorum. Sâdece, sizden, şu söyleyeceklerimin onlara ulaştırılmasını
istiyorum:
'"Ben, her ne kadar uzaklarda bulunuyor isem de, kavmimle
haber gönderdim ki, hacc merasimi yapılan belli yerler yanındaki Beytullah'ta
oturuyor, hizmet ediyorum. Artık, aradığınızı elde etmek için son gücünüzü
harcamaktan, uzun uzun yollar katetmekten, develeri yeryüzünde koşturup
durmaktan vazgeçin! Allah'a hamdederim ki, ben şimdi, öyle hayırlı, öyle
şerefli bir aile içinde bulunuyorum ki, Maad'ın sulbünden—uludan uluya geçerek
gelmiş olan—en şerefliler, bu ailedendir!""30
Bu haberi alan Harise, kardeşi Kâ'b'la birlikte yanına
fazla miktarda akçe de alarak Zeyd'i kurtarmak için derhâl Mekke'ye geldi.
Sorup soruşturup Resûli Ekrem Efendimizi buldu ve, "Ey Kureyş Kavminin
Efendisi, efendisinin oğlu!.. Siz, Harem halkı ve Haremi Şerifin komşususunuz!
Beytullah'ın yanında esirlerin esaret bağlarını çözer ve karınlarını
doyurursunuz!" diye konuştuktan sonra, asıl maksadını şöyle arzetti:
"Yanında bulunan oğlumuz için sana geldik. Sen bizi
memnun ve razı edecek bir fıdyei necat [kurtuluş akçesi] iste; biz sana onu
verelim, oğlumuzu serbest bırak!"
Nebîyyi Ekrem, "Oğlunuz kimdir?" diye sordu. "Zeyd b.
Harise..." dediler.
Peygamberimiz, "Bundan başka bir istediğiniz var mı?"
dedi.
Onlar, "Hayır, başka isteğimiz yok." cevabını verdiler.
Bunun üzerine, Resûli Kibriya Efendimiz, "Zeyd'i çağırın!
Dilediğini yapmakta serbest bırakın! Eğer, sizi tercih ederse fıdyei necat
almaksızın, o sizindir, alın götürün; yok, eğer beni tercih ederse, vallahi,
ben, beni tercih edene, kimseyi tercih etmem!"13' diye konuştu.
Harise ve kardeşi, Efendimizin bu konuşmasından memnun
oldular ve, "Sen," dediler, "bize karşı çok insaflı davrandın!"
Huzura gelen Zeyd'e Efendimiz, "Şunları tanıyor musun?"
diye sordu.
Zeyd, "Evet, tanıyorum." dedi.
Peygamberimiz tekrar, "Kimdir onlar?.." dedi.
Zeyd, "Bu babamdır, şu da amcamdır." cevabını verdi.
Bundan sonra Peygamber Efendimiz, Zeyd'e, "Sen, benim kim
olduğumu öğrendin. Sana olan şefkat ve sevgimi de gördün. O hâlde ya beni
tercih et, yanımda kal; ya onları tercih et, git." diyerek, onu tercihinde
serbest bıraktı.
Zeyd'in cevabı şu oldu:
"Ben, hiçbir kimseyi, sana tercih etmem! Sen, benim için
anne ve baba makamındasin!"
Oğlunun bu cevabı karşısında şaşıran ve sarsılan baba
Harise, hiddetle, "Yazıklar olsun sana!.." dedi, "Demek ki, sen köleliği,
hürriyete, anne babana, amcana ve ev halkına tercih ediyorsun!"
Fakat, Zeyd, babasıyla aynı kanaatte değildi.
"Babacığım!.." dedi, "Ben, bu zâttan öyle şeyler gördüm ki, kendisine hiçbir
zaman bir kimseyi tercih edemem!"132
Küçük Zeyd, böylece, Resûli Ekrem Efendimize olan sadâkat
ve bağlılığını ispatlamıştı. Kader, ona nurlu ve parlak bir istikbâl
hazırlıyordu. Bu hâli, onun ilk müjdesiydi.
Efendimizin, Zeyd 'i Evlâd Edinmesi!
Peygamber Efendimiz, Zeyd'e, bu eşsiz bağlılığın
mükâfatını vermede gecikmedi. Hemen elinden tutarak, onu Kureyş'in oturduğu
Hıcır mahalline götürdü ve halka şöyle hitab etti:
"Ey hazır bulunanlar!.. Şâhid olunuz ki, bundan böyle
Zeyd, benim oğlumdur. Ben, ona vârisim, o da bana vâristir."
Mekkeliler, birini evlâd edinmek istedikleri zaman böyle
yaparlardı. Efendimiz de onların bu âdetlerine uyarak, Zeyd'i böylece
kendisine evlâd edinmiş oldu.
Peygamber Efendimizin bu güzel davranışı, şaşkın ve
dalgın duran Harise'nin mahzun gönlünde sevinç rüzgârı estirdi: Demek ki, oğlu
emin bir elde bulunuyordu!
Gönül huzuru içinde Harise, oğlunu Kâinatın Efendisinin
yanında bırakarak yurduna döndü.1"
Bundan sonra, Mekke'de herkes Zeyd'i, "Muhammed'in oğlu
Zeyd..." diye çağırmaya başladı.
Efendimiz, peygamberlik vazifesiyle memur edilip vahiy
gelmeye başlayınca, evlâdlıkların kendi öz babalarının adlarıyla çağrılmaları
emredildi.134 Bunun üzerine Hz. Zeyd, babasının ismiyle, "Harise oğlu Zeyd."
diye çağrıldı.
Bu konuda âyeti kerîmede meâlen şöyle buyurulur:
"Evlâdları, babalarına nisbet ederek çağırın! Allah
katında, bu, daha doğrudur. Eğer babalarını bilmiyorsanız, onlar dinde
kardeşleriniz ve dostlarınızdırlar (Kendilerini "Kardeşim" veya "Dostum" diye
çağırın.)"135
Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.a.), bu hususu şöyle ifade
etmiştir:
"Biz, 'Evlâdları babalarının adıyla çağırın.' âyeti
ininceye kadar Zeyd'i 'Harise oğlu Zeyd' diye değil, 'Muhammed oğlu Zeyd' diye
çağırırdık."116
Ayrıca, bu âyetle, evlâdlıkların, evlâd edinen kimseye
vâris olması hükmü de ortadan kaldırıldı.
Hz. Zeyd, Efendimize peygamberlik vazifesi verildikten
sonra, Hz. Hatice ve Hz. Ali'yi müteakip derhâl İslâm'ın sînesine koşacak ve
"üçüncü Müslüman" olma şerefine erecektir.
Resûli Kibriya Efendimiz, Hz. Zeyd'i fazlasıyla severdi.
Zaman zaman kendisine, "Ey Zeyd!.. Sen, kardeşimiz ve âzadlımızsın."137 diyerek
iltifatta bulunurdu.
Resûli Ekrem, daha sonra çok sevdiği bu büyük insanı,
dadısı Ümmü Eymen'le evlendirecektir ve bu evlilikten yine çok sevdiği ve çoğu
zaman terkisinde taşıdığı Üsame Hazretleri dünyaya gelecektir!
PEYGAMBERİMİZİN, HZ. ALİ'Yİ YANINA ALMASI
Efendiler Efendisi 36 yaşında. Milâdî 607 senesi.
Mekke'de şiddetli bir kuraklık ve kıtlık baş göstermişti.
Çoğu aile, geçim sıkıntısından perişan bir durumda idi.
Geçin sıkıntısı içinde bulunan ailelerden biri de,Resûli
Ekrem Efendimizin amcası Ebû Tâlib'in ailesiydi.
Efendiler Efendisinin kalbi, şefkat ve merhamet kaynağıydı
sanki... Zâtına yapılan iyilikleri asla unutmuyordu. Kendisine karşı gösterilen
kadirşinaslıkları asla karşılıksız bırakmak istemiyordu! Böylesi güzel ve eşsiz
bir mizaca sahip bulunuyordu!
İşte, şimdi geçim sıkıntısı çeken biri vardı. Kendisine
elinden gelen yardımı esirgemeyen biri. Çocukluğundan beri, şefkatli kanatlan
arasında büyüdüğü biri: Ebû Tâlib...
Amcası geçim sıkıntısı içindeyken, o nasıl rahat edebilir
ve nasıl yardımına koşmazdı?
Derhâl harekete geçti. Hâli vakti yerinde olan diğer amcası
Hz. Abbas'a koştu, durumu kendisine arzetti. Sıkıntı içinde kıvranan Ebû Tâlib'e
yardım ellerini uzatmaları, yükünü bir nebze de olsa hafifletmeleri gerektiğini
anlattı.
Hz. Abbas, Efendimizin bu davetini memmuniyetle karşıladı
ve birlikte Ebû Tâlib'e vardılar.
Maksatları, Ebû Tâlib'in evindeki kalabalığı biraz
azaltmak, hiç olmazsa birkaçının nafaka yükünü omuzundan kaldırmaktı!
Maksatlarını Ebû Tâlib'e açınca, o bundan memnuniyet duydu
ve sonunda Efendimiz ismini bizzat koyduğu Hz. Ali'yi, Hz. Abbas da Hz. Cafer'i
himayesine aldı.148
O sırada Hz. Ali, dört veya beş yaşında bulunuyordu. Henüz
bu yaşta, "Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim." buyuran Resûli Kibriya'nın
himayesine girmesi, Hz. Ali için eşsiz bir mazhariyetti. Bu yaşından itibaren
onun terbiye süzgecinden geçecek, davet edildiğinde ise, derhâl îman edecektir!
Bu îmanı sırasında 910 yaşlarında bulunan Hz. Ali, aynı zamanda "ilk Müslüman
çocuk" şerefini de kazanmış olacaktır.1"9
128 İbni Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 497; İbni Esir,
Üsdû'lGabe, c. 2, s. 224; İbni Hacer, ellsabe, c. 1, s. 563. 129 ibni Hişam,
Sîre, c. 1, s. 264; İbni Sa'd, A.g.e., c. 1, s. 497.
130 ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 41; Ibni Esir, A.g.e., c.
2, s. 225; ibni Hacer, A.g.e.,c. 1, s. 523.
131 İbni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 42; ibni Esir, A.g.e., c.
2, s. 225; ibni Hacer, A.g.e., c. 1, s. 523.
132 Ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 42; ibni Esir, A.g.e., c.
2, s. 225.
133 ibn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 42; Ibn-i Esir, A.g.e., c.
2, s. 225; İbn-i Hacer,A.g.e., c. 1, s. 563.
134 Ahzab, 5, 40.
135 Ahzab, 5.
136 İbn-i Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 43; Buharî, Sahih, c. 3,
s. 174; Müslim, Sahih, c.3, s. 131.
137 Baharı, A.g.e., c. 3, s. 303.
148 İbni Hişam, Sîre, c. 1, s. 263. Ibni Hişam, A.g.e., c.
1, s. 262; Taberî, Tarih, c. 2, s. 213. |