...TÜRK-İSLAM OCAKLARI...


ANA MENÜ

Ana Sayfa
Forum Sayfamız
Bize Ulaşın
Ziyaretçi Defteri
Resim Galerisi
Dosyalar
Serbest Kürsü
Sitemize Eleştiriler

İSLAMİYET

Hz Muhammed (sav)
Kur'an-ı Kerim
Esmaül Hüsna
40 Hadis
Dualar
Veda Hutbesi
Dört Halife Devri
Kandil Geceleri
Peygamberler Tarihi
Sahabeler
İslam İlmihali
Dini Sualler
Kutsal Emanetler
Dini Menkıbeler

TÜRK-İSLAM TARİHİ

M.K. Atatürk
Türk Adı ve Anlamı
Türkler ve İslam
İlk Türk Devletleri
Türk İslam Devletleri
Osmanlı Devleti
Çanakkale Özel
Milli Mücadele
Cumhuriyet Dönemi
Türk Dünyası
Türk Destanları
Tarihten Kesitler
Kültür ve Medeniyet
Türk Büyükleri

ZULME DUR DE...


TÜRK-İSLAM OCAKLARI

Forum

=> Daha kayıt olmadın mı?

TÜRK İSLAM OCAKLARI-FORUM SAYFASI



Forum - NURCULUK RİSALELERİ ASRIN TEFSİRİMİDİR

Burdasın:
Forum => KÖŞE YAZILARI => NURCULUK RİSALELERİ ASRIN TEFSİRİMİDİR

<-Geri

 1 

Devam->


karesi beyliği
(şimdiye kadar 2 posta)
10.10.2015 14:29 (UTC)[alıntı yap]
GİRİŞ

Risâle-i nûr mensûbları, 1950’lerde yok denecek kadar azdı.O zamanlar, nurcuların medrese dedikleri, toplanıp nur risâlelerini okudukları yerler polis tarafından basılıyor, nurcular kânûnen cezâlandırılıyorlardı.Türkiyye’de,o târîhlerde nurcu sayısı, belki de bin kişi bile değildi… Hükûmetlerin nurculara karşı bu menfî davranışı ,halkın bir kısmınının nurculuğa meylini artırmış, bu ve buna benzer sebeblerle nurcuların sayısı hayli artmış [Daha sonraki ba’zî siyâsîler de nurculara destek olunca] maddî bakımdan da hayli güçlenmişlerdir…
İlk zamanlar, yaşımın küçüklüğü sebebiyle,Risâle-i nuru okuyor fakat,tam anlayamıyordum. Tahsîlime devâm ederken risâleleri okumaya ara verdim. Üniversitede kariyer yapdıkdan çok zaman sonra, beni çok seven ve güvenen bir arkadaşımın Risâle-i nur’la ilgili sorularına tarafsız cevâb verebilmem için nûr risâlelerinin tamâmını (1) tekrâr okumaya karar verdim, vaktimin büyük bir kısmını risâleleri okumaya ayırdım. Risâlelerde dikkâtimi çeken, inancımıza zıd bir çok mes’ele üzerine, bu işin ehli mütehasıs zevât ile müştereken Risâle-i nur ile ilgili bir çalışma yapmaya karar verdik. Risâlelerin tamâmını tedkîk ederek, tarafsız bir niyyetle tahlîl etmeye çalışdık…
Biz, bu çalışmamızda hüsn-i zan ile hareket edip iftirâ etmemek, fakat haksız olanı da medh etmemek için büyük gayret sarfetdik. Allâh katında çok sevimli amel “Hübb-i fillâh ve büğz-ı fillâh” ya’nî “Allâh için, Allâh dostlarını sevmek ve Allâh için, Allâh düşmânlarına düşmân olmak”, uyulması çok mühim ve ilk önce yapılması gereken emirlerdendir.(2) Bu sebebden müslimânların îmânlarını koruyabilmeleri için bilhassa bu zamanda çok dikkatli olmaları, Allâhın düşmânlarını dost, dostlarını da düşmân bilmemeleri, mutlak sûretde elzemdir, çünkü, “Kişi,sevdiği ile berâberdir ”(3) bu îmânî çok mühim bir mes’eledir. Bu husûsda, âlim olub da susanlar, büyük vebâl altındadır. Risâle-i nuru değerlendirirken bu husûsda çok gayret sarfedilmişdir. Çalışmalarımız netîcesinde, piyasadaki, Saîd Nursî ile ilgili değerlendirmelerin çoğunun me’alesef(4),gerçeklerle hiçbir alâkası olmadığını da görmüş olduk…
Saîd Nursî’yi tahlîl etmeden evvel onu yakinen tanımak gerekir. Onun için de İttihâd ve Terakkî ile ilgisini, Sultân AbdülHamîd’e karşı tavrının hangi sebebden kaynaklandığını, müslimânlar arasında Risâle-i nuru yayarken nasıl bir usûl ta’kîb etdiğini, mücâdelelerini, karşılaşdığı sıkıntılarını, risâlelerini habshânelerde veyâ ikâmete mecbûr tutulduğu yerlerde (göz habsinde) rûhî sıkıntı içerisinde nasıl yazdığını, daha evvel de vehn-i a’sâb (nevrestani) ve şu’ûr bozukluğu sebebiyle tedâvî gördüğünü, hattâ Toptaşı akıl hastahânesi’nde altı ay kaldığını hatırlatmakda fâide vardır.
İttihâdcı olması dolayısıyla, İttihâd ve Terakkînin kimler tarafından ne niyyetle kurulduğu ve mensûblarının icrâ’atları, Osmânlı Devleti’ne neden cebhe aldıkları, inançlarının İslâm inancına uyup uymadığı bilinmeden, Saîd Nursî’yi tam ma’nâsı ile tanımak mümkin değildir.
Saîd Nursî’nin İslâmdaki mevki’ini tam tesbît edebilmek için, İslâmî mes’eleleri de hakkıyle bilmek gerekir… İslâmı hakkıyla bilmeden her hangi bir kişinin arkasından gitmekde de îmânını zedeleme tehlikesi vardır. ” Îmân edib de îmânlarına zulüm (şirk) bulaşdırmayanlar korkudan emîndirler.” En’âm,82.Bundan dolayı,müslimânların, kâfirlerle, ehl-i bid’at ve ehl-i dâlle ile dost olmak dînen memnû’dur.(5)
Sapıklığın hâkim olduğu zamanlarda, müslimânların îmânlarını koruyabilmeleri zor olduğundan, îmânlarının zarar görmemesi için, İslâmiyyeti iyice bilmeleri, sapıklıklara karşı îmânlarının sarsılmaması içün de bu husûsda uyanık olmaları ve zarûrat yok ise, onlardan uzak durmaları gerekir.
(Osmânlı Devletinin, “Birinci cihân harbi”nden sonra
i’tilâf devletlerince(İngiltere,Fransa,İtalya,A.B.D.) paylaşılması netîcesinde, Müslimânların kıblesinin de bulunduğu Arabistân ile Mısır,Irak… gibi bir çok memleket, büyük lokmayı kapan İngiltere’nin, müstemlekesi olmuşdur.İngiltere’nin işgâl etdiği bütün memleketlerde,İngiliz müstemleke eğitiminden geçen gençler,(6)me’alesef, düzmece târîh ve inançlarla, ecdâdına düşmân yapılmış, kafaları dumura uğratılmış , doğru ile eğriyi ayırt edemez hâle getirildiklerinde, kendi sapık adamlarını,onlara İslâm âlimi diye tanıtmışlar,böylece, bu gençler maddî imkânlarla veyâ ba’zî makâmlara getirilmek sûretiyle, kandırılıp,temiz ecdâdının gitdiği yoldan sapdırılmışlardır.Tabii ki müstemleke edilen devletin sömürülebilmesi, o memleketin insânının, ecdâdını,hakîkî İslâm âlimlerini ve inancını beğenmemesi, kendisini küçük görmesi, bayrağını, vatânını,milletini sâhib çıkmamasıyla mümkindir… )
Asrımızın şerr güçlerinin, müslimânların îmânlarını çalmak için büyük bir gayret sarf etdikleri ortadadır , bu husûsda sarfetdikleri paralar da akıllara durgunluk verecek mikdârlardadır.
Doğru yoldan sapdırılan insânları tekrâr doğru yola çekmek kolay bir iş değildir. Çünki her fırka inancından memnûndur. Allâhü te’âlâ: “ Her fırka inancı ile öğünür.” (7) buyuruyor. Allâhü te’âlâ bizleri doğruyu bulan, yanlış inancında boş yere direnmeyip gerçeği kabûllenen kullarından eylesin.

Dr. S. Ahmed A’sâlıoğlu




(1) Kitâblarının çeşitli kitâbevleri tarafından basılması sebebiyle, sahîfe numaralarının farklılık göstermesi ve ba’zî kısımlarının kasden çıkarılmış olmasının bilinmesi, araşdırma yapanlara fâideli olacakdır. [Bu kitâbımız, Risâle-i nur’un osmânlıcası ve çeşitli kitâbevlerinin basdığı nüshâlar gözden geçirilerek hazırlanmışdır.]
(2)Âl-i imrân,114;İmâm-ı Hanbel,Müsned
(3) Buhâri,Müslim’den hadîs-i şerîf
(4) Kelimeler mümkin olduğu kadar doğru yazılışlarıyla, asıllarına sâdık kalınarak yazılmaya çalışılmış,bu husûsda a’zamî gayret sarfedilmişdir
(5) İmâm Rabbânî, Mektûbât, c.1/ 266.mektûb
(6)[İngilizlerin müstemlekesi Hindistân’da,lise’de logaritma cetvelinin temâmını ezberleyemeyenler,talebelikden atılır,çok az da olsa ezberleyebilenlerin ise zihnen hasta olmamaları mümkin değildir.Okuyanları da sağlıksız olan insânları sömürmek, onları idâre etmek, tabi’î ki zor değildir.Buralarda bu şekilde kolayca elde etdikleri ajanlar sâyesinde,o memleketin yer altı ve yerüstü varlıkları,savaş yapmadan, asker zâyi’atı vermeden İngiliz’lerin eline geçmişdir.]
(7) Rûm Sûresi,32;Mü’minûn Sûresi,53















NURCULUK RİSÂLELERİ ASRIN TEFSÎRİ MİDİR!?(*)


[Risâle-i nur, Abdülkâdir Geylânî, İmâm-ı Gazâlî, Muhyiddîn Arabî, İmâm-ı Rabbânî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî tefsîrlerinden daha üstündür.]
Saîd Nursî, İşârâtü’l-îcâz, Bir müdâfe’a (Mehmed Kayalar)

Saîd Nursî diyor ki:

“İsrâiliyyât kitâblarımıza karışdı ve cezâ olarak bizi geri bırakdı.” (Muhâkemât, s.11,19),
“Bu yüzden mürşid olarak Kur’ânı seçdim.” (Mektûbât, 28.mektûb);
” Risâle-i nûr’un Kur’ân’dan başka me’hazı yok, Kur’ân’dan başka üstâdı yok, Kur’ân’dan başka merci’i yokdur.Doğrudan doğruya Kur’ânın feyzinden mülhemdir.” Sikke-i tasdîk-ı gaybî, s. 96; Şu’â’lar, 1. şu’â,

Cevâb: Saîd Nursî, tahsîlinin üç ay kadar olduğunu ya’nî çok az tahsîl gördüğünü bizzât kendisi i’tirâf etdiği hâlde, (Şu’âlar, 1.şu’â, s.626) ilmî kifâyetsizliğine bakmadan, Kur’ân-ı Kerîm’i mürşid edindim diyerek tefsîr etmeye kalkışmış, bu yüzden çok büyük hatâlara düşmüşdür. Hadîs-i şerîflerde: (Kur’ân’dan başka delîl kabûl etmem ), diyenler çıkacakdır. Ebû Dâvüd ; (Hadîsi bırak, Kur’âna bak), diyenler, bana inanmayanlar çıkacakdır. Ebû Ya’lâ ; Bana Kur’ânın misli kadar daha hüküm verildi. İmâm-ı Hanbel.Cebrâîl aleyhisselâm, Kur’ânı ve O’nun açıklaması olan sünneti de getirdi. Dârimî; Kibirli kişiler çıkacak, (Allâh Kur’ânda bildirilenden başka bir şey’i haram kılmadı ) diyecek. Yemîn ederim ki, benim emretdiğim, yasakladığım, koyduğum hükümler de vardır. Bunların sayısı Kur’ândaki hükümlerden daha çokdur. Ebû Dâvüd;(Yalnız Kur’ândaki helâl ve harâmı kabûl ederim) diyenler çıkacakdır. İyi bilin ki, Rasûlün harâm kılması, Allâh’ın harâm kılması gibidir. Tirmizî; Dârimî
Rasûlüllâh aleyhisselâm Kur’ân-ı Kerîm’in tefsîri ile alâkalı buyuruyorki:
“ Kim Kur’ân-ı Kerîmi kendi görüşüyle tefsîr ederse, isâbet etse dahî hatâ etmiş sayılır. ” Tirmizî, Ebû Dâvüd’den hadîs-i şerîf.
“ Kim Kur’ân-ı Kerîmi kendi görüşüyle tefsîr ederse cehennemdeki yerine hazırlansın.” Tirmizî; Hanbel’den hadîs-i şerîf.
“Kur’ân-ı Kerîmi kendi görüşüne, kendi anlayışına göre tefsîr eden kâfir olur.” Rezîn’den hadîs-i şerîf; İmâm-ı Rabbânî, mektûbât, c.1/ 234.mektûb.

“Kur’ân-ı Kerîmi mürşid edindim, Kur’ân-ı Kerîmden başka her şey’e isrâiliyyât, hurâfeler karışdı” diyen Saîd Nursî, mürşidim dediği Kur’ân-ı Kerîme de ters düşmekdedir. Allâhü te’âlâ, Bakara Sûresi[Sûrenin okunuşu kırâ’et,mahrec kâidesine göre Begara’dır] 151.âyet-i kerîmesinde Rasûlüllâh aleyhisselâm için “…size bilmediklerinizi öğreten bir rasûl gönderdik.”Ayrıca otuzdan fazla âyet-i kerîmede: “Rasûlüllâh’a itâ’at edin” buyurmakdadır, ve “ kim Rasûle itâ’at ederse, Allâh’a itâ’at etmiş olur.” Nisâ, 80. âyet-i kerîme. “Rasûlüllâh size neyi verdiyse onu alın, neyi de size yasak etdiyse sakının.” Haşr,7 “Onun (Rasûlün) hükmüne inanmadıkça îmân etmiş olmazlar.” Nisâ, 65 “Rasûlüllâh’a uyun ki, doğru yolu bulasınız.” A’râf,158.âyet-i kerîme; “Rasûle isyân edenlerin (inanmayanların) ebedî olarak cehennemde cezâlandırılacakları ” Nisâ, 14 ve “ Rasûlü inkâr edenlere çılgın ateşin hazırlandığı ”, Feth, 13’de haber verilmekde, âyet-i kerîmelerde, Rasûlüllâh’a aleyhisselâm uymamız gerekdiği, ya’nî onun sözlerine, fiillerine isyân etmenin Allâhü te’âlâ’ya isyân olduğu bildirilmekde, âlimler hakkında da “ Bilmiyorsanız, bilenlere (âlimlere) sorun.” Nahl, 43; Enbiyâ, 7.âyet-i kerîme, buyurulmakdadır.

Saîd Nursînin, sapık selefîlerle aynı görüşde olması dikkât çekicidir. Kur’ân-ı Kerîmden başka her şeye karşı çıkan selefîlerin esâs hedefleri hakları olmadığı hâlde kendilerini İslâm âlimlerinin yerine geçirmek istemeleridir. Selefîlerin ve masonların iddi’â etdikleri geri kalmışlığın sebebi, ne îslâmî hükümlerin zamâne göre değişdirilmeyib sâbit bırakılmasından ne de Îslâm dînine isrâiliyyât karışmış olmasındandır. Müslümânların geri kalmışlığının esâs sebebi dînlerini ihmâl etmelerinden, ya’nî Îslâm dîninin emir ve yasaklarına hakkıyla uymamalarından, dîne bağlılıklarını gevşetmiş olmaların- dandır. Biz dîni yaşayışımızda ileri değiliz ki geri kalmışlığımız Îslâma veyâ Îslâm anlayışımıza yüklenebilsin. Saîd Nursînin bu husûsda masonların, vehhâbîlerin görüşleri ile farklılık göstermemesininin sebebi onun İttihâdcı olmasındandır. (Kastamonu lâhikası s.55; Volkan Gazetesi, sayı 105)

“ İttihâd ve Terakkî’nin şark vilâyetlerindeki şu’belerini bir derece istihsân (güzel görme) ve tebrîk ederim ” diyen Saîd Nursî,
“İttihâd ve Terakkî partisinin , kendisine ondokuz bin altın verdiğini i’tirâf eder.” Şu’âlar,14. şuâ, s.440; Kasta-monu Lâhikası, s.55

Mason Cemâleddin Efgânî (1838-1897) ve mason Muhammed Abdüh’e (1849-1905) selefim (üstâd, öncü diyen ( Târîhçe-i hayât, s.68; Dîvân-ı harb-i örfî, s.6 ) Saîd Nursî de hep selefîdirler, bu selefîlik ona üstâdım dediği mason kişilerden ve İttihâd ve Terakkî partisine mensûb olmakdan bulaşmışdır…

Saîd Nursî, vehhâbîleri de över :
“Vehhâbîlerin nemâza çok dikkât etmeleri iftihâr edilecek şey’dir.” ve “İslâm büyüklerinin türbelerini mukaddes görmek sebebiyle Allâh vehhâbîleri musallat etdi.” ( Mektûbât, 28. mektûb ) demesi, ittihâdcılığından kaynaklanmakdadır.
Şimdi de, her şey’e karşı çıkarak, ilmi kifâyetsizliğini bakmadan,Kur’ân-ı Kerîmi kendi aklınca açıklamaya çalışan Saîd Nursînin düşdüğü hatâların bir kısmını kıymetli okuyucularımıza sunmak istiyoruz :
Saîd Nursî diyor ki : Bakara Sûresi 25. âyet-i kerîmeyi kendi aklınca açıklarken “minhâ min semeratin (ondan,meyveden ) denilmekdense,” min semerâtihâ” ( meyvelerden ) denilmiş olsaydı daha muhtasar ve daha güzel olurdu . (İşârâtü’l-îcâz, Bakara Sûresi 25. âyet-i kerîmenin açıklaması sonunda ) diyerek kur’ân-ı Kerîmi tenkîd etmişdir...

Cevâb : Bırakın dahâ güzelini, bir benzerinin dahî yazılamıyacağını Allâhü te’âlâ bir çok âyet-i kerîmede (Bakara Sûresi,23-24; Yûnüs,38; Hûd,13-14; İsrâ, 88;Tûr,34),bildirdiğine göre , aklı yerinde bir müslimânın böyle bir söz söyliyebilmesi mümkin değildir. Zülcenâheyn âlimlerin dahî, kur’ân-ı Kerîmin belâgatı karşısında âciz kaldıkları düşünülürse, kendisinin bizzât üç ay tahsîl gördüğünü i’tirâf eden (Şu’âlar, 1.şu’â ) bu yüzden yazılarında çokca imlâ hatâlarına rastlanılan bu kişininin, Kur’ân-ı Kerîmi tenkîd etmesini aklen açıklama imkânı yokdur. “Daha güzel olurdu” sözü karşısında, şu âyet-i kerîmeyi de göz önünde tutmakda fâide vardır:”Bu Kur’ân,Allâhdan başkasının sözü olsaydı,içinde çok uygunsuzluklar bulurlardı” Nisâ Sûresi,82

[ Saîd Nursî’nin seçkin talebelerinden Mehmet Fırıncı hoca diyorki : ” Saîd Nursî, annenin, evlâddan mîrâs almasını tenkîd ederdi, hattâ, Kur’ân ahkâmından tenkîd etdiği şeyler de vardır.” Cumhûriyyetci olan Saîd Nursî’nin, (Şu’âlar,12.şu’â İslâm mîrâs hukûku yerine, İsviçre medenî hukûkunu tercîh etdiği anlaşılmakdadır.]



Saîd Nursî diyor ki;
“Ermenilerle gönülden dost olub, el ele vereceğiz.” Târîhçe-i hayât s.66;
“Mehdî’nin üçüncü vazîfesi, îsevî rûhânîlerle ittifâk edib…” Sikke-i tasdîk-ı gaybî, s.12;
“Memleketin se’âdeti ve selâmeti Ermenilerle ittifâk ve dost olmağa bağlıdır.” Âsâr-ı bedî’ıyye, s.318, Elmas Neşriyyât, 2004, İstanbul
“Misyonerler ve Hıristiyan rûhânîleri, hem nûrcular, çok dikkât etmeleri elzemdir. Çünki, her hâlde şimâl cereyânı, İslâm ve Îsevî dîninin hücûmuna karşı kendini müdâfe’a etmek fikriyle, İslâm ve misyonerlerin ittifâklarını bozmaya çalışacak.” Emîrdağ Lâhikası, s.108
Saîd Nursî kâfirlerle dost olmak istediğini ayrıca şu kitâblarında da belirtir: Lem’alar, hâşiye, s.55; Emîrdağ lâhikası, s.53, 139; Sikke- i tasdîk-ı gaybî, s,11; Mektûbât, s.60; Şu’âlar, s.506; Hutbe-i şâmiyye, s.38; Târîhçe-i hayât, s. 66

Cevâb: Allâhü te’âlâ ise Kur’ân-ı Kerîmde: “Sen dînlerine uymadıkça ne yehûdiler ve ne de hıristiyanlar asla senden râzı olmazlar.” Bakara Sûresi, 120. âyet-i kerîme (Kurtubî, Câmi’ül-ahkâmi’l-Kur’ân,c.1, s.481 )
“ Onlar (Kâfirler) güçleri yeterse, sizi dîninizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devâm ederler.” Bakara sûresi, 217. âyet-i kerîme.
“Ey îmân edenler, yehûdi ve hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdır. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz o da onlardandır.” Mâide Sûresi, 51. âyet-i kerîme ( Taberî, Câmi’ül beyân fî tefsîri’l- Kur’ân, c.6, s.177-178 );Âl- iimrân,118
“Ey îmân edenler, eğer küfrü îmâna tercîh ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi dahî dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, kâfirlerin tâ kendileridir.” Tevbe Sûresi, 23. âyet-i kerîme ( Taberî, Câmi’ül beyân fî tefsîri’l- Kur’ân, c.10,s.69)
“Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri, yâhûd kendi soy-sopları olsalar dahî, Allâh’a ve rasûlüne düşmân olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin.” Mücâdele Sûresi, 22. âyet-i kerîme (İbni Esîr, Üsüdü’l- ğâbe, c.3,s.128 )
“Mü’minleri bırakıb da inkârcıları dost edinmeyin. Kim böyle yaparsa Allâh ile bir ilişiği kalmaz.” Âl-i imrân, 28. âyet-i kerîme.[Fahreddîn Râzî,Tefsîr-i kebîr’de ,bu âyet, kâfirleri sevmeği harâm etdi,demekdedir.]
“Kâfirlere karşı sert davran.” Tevbe Sûresi 73,123; Feth Sûresi ,29;Tahrîm,29. âyet-i kerîme. [Bu husûsda şu âyet-i kerîmelere de bakılabilir: Âl-i İmrân,118; Nisâ, 89,139, 144;Mâide 55,57; Tevbe, 71; Mümtehine, 1,9, 13]; İmâm-ı Süyûtî, Lübâbü’n- nükûl, c.2, s.166; İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, c.1/163,165,193. mektûblar
“ Allâh katında dîn İslâmdır.” Âl-i imrân,19;
“Allâh onları (yehûdî ve hıristiyanları kahretsin.” Tevbe,30
“ Kim, İslâmdan başka bir dîn ararsa onun dîni kabûl edilmeyecek ve o Âhiret’de husrâna uğrâyanlardan olacakdır.” Âl-i imrân,85
“Allâh’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin tâ kendileridirler.”Mâide,44
Rasûlüllâh aleyhisselâm ise : ”Kâfirler ile dost olanlara,Allâhü te’âlâ la’net eder” İmâm-ı Muhammed Ma’sûm,c.1/29;c.3/55.mektûb
“Kişi sevdiği ile berâberdir”buyuruyor.Buhâri,Müslim
Saîd Nursînin bir başka çok büyük yanlışı “ Dînler Arası Diyalog “ tarafdârlığıdır, bu fikri selefim (üstâdım, öncüm dediği mason Cemâleddin Efgânî ve Muhammed Abdüh’den kaynaklandığı anlaşılmakdadır. (Târîhçe-i hayât, s. 46; Şerîf Mardin, Türkiye’de Dîn ve Siyâset, s. 178-179, İletişim Yayınları Saîd Nursî ayrıca mason Muhammed Abdüh’ün kitâblarından istifâde etdiğini de bildirir. (İşârâtü’l-îcâz, s.224) Saîd Nursî ile Muhammed Abdüh’ün kâfirlere bakışı bir farklılık göstermez. Muhammed Abdüh İslâmiyyet ve Nasrâniyyet kitâbında, diyor ki: “Bütün dînler birdir, dış görünüşleri değişikdir.”, Londra’daki bir papaza yazdığı mektûbunda ise “İslâmiyyet ve Hıristiyanlık gibi iki büyük dînin elele vererek kucaklaşmasını beklerim.” Zilzâl sûresi, 7. âyet-i kerîmeyi açıklarken ise “Müslim olsun, kâfir olsun sâlih amel işleyen herkes cennete girecekdir.” diyerek Kur’ân-ı Kerîme ters düşüyor… Bu zırvasından dolayı hayrânlarından Seyyid Kutub dahî, Nisâ Sûresi, 124.âyet-i kerîmeyi açıklarken Muhammed Abdüh’ü tenkîd etme ihtiyâcı duymuşdur…

Saîd Nursî, bu kadar âyet-i kerîmeye rağmen her nedense âyet-i kerîmelere muhâlefet ederek, kâfirlerle ittifâkı tercîh eder, bu yüzden kâfirlerle diyolog fikrinin öncülerinden sayılmakdadır.”Dînler Arası Diyalog” fikrini ilk ortaya atan, bin sene kadar evvel hıristiyanlar tarafından kurulan İhvân-ı safâ’dır.Bu eski sapık fırkanın inancı tekrâr büyük bir gayretle,hıristiyanlarca cânlandırılmaya çalışılmakdadır.Saîd Nursî’nin yaklaşık yüz sene evvel bu husûsda büyük bir gayret sarf etmesinin arkasında ba’zî art niyetlerin olmadığını düşünmek mümkin değildir.

Saîd Nursî, 1950’li yıllarda Amerika’dan getirilerek Fener Rum Ortodoks patrikliğiyle vazîfelendirilen Athenagoras’ın, tezellül olmasına rağmen, ayağına kadar gider. (Necmeddîn Şâhiner, Bilinmeyen Taraflarıyla Saîd Nursî, s. 415)
İş bu kadarla da kalmaz, halvete varan husûsî görüşmeleri netîcesinde “ Dînler Arası Diyolog ” senaryosunun plânları yapılır.
Şimdi de hıristiyân âleminin bu husûsdaki çalışmalarına temâs ederek, gerçekleri göz önüne serelim:
Papa II.John Paul’un 24 Aralık 1999’da yayınladığı mesajında “Birinci bin yılda Avrupa hıristiyanlaşdı, ikinci bin yılda Amerika ve Afrika hıristiyanlaşdırıldı, üçüncü bin yılda ise Asya’yı hıristiyanlaşdıralım”. 1991 yılında da “ Redem Ptoris Missio ” (kurtarıcı misyon) isimli genelgesinde “Dînler arası Diyolog, bütün insânları kiliseye döndürmeye amaçlı misyonunun bir parçasıdır.” demekdedir.

Hıristiyân âleminin reîsi papa 16.Benediktus’un yakın bir târîhde (12 Eylül 2006) yapdığı konuşmada, büyük bir cür’etle, “Muhammed fitneyi ateşledi ” demesi, gizlemiş olduğu nefreti ve art niyyeti, İslâma olan düşmânlığını ortaya koymakdadır. Ayrıca Rasûllüllâh’a aleyhisselâm hakâret eden karikatürün “Kiliseler Birliği” nin merkezi olan Danimarka’da yayınlanması da boşuna değildir. Hıristiyanların İslâma ne gözle bakdıklarını göstermesi bakımından çok mânidâr ve dikkât çekicidir. Müşteşrik Prof. Dr. Thomas Michel’in (katolik râhib), “ Dînler Arası Diyolog Konsülü Asya Masası Başkanı ”nın nurcu olarak bilinen “Yeni Asya ” Gazetesi’nin tertîb etdiği “ Dînler Arası Diyolog Konferansı”na başkanlık etmesi de hıristiyanların kimleri oyuna getirdiklerini göstermek bakımından önemlidir. (23.03.2004 tarihli “ Yeni Asya ” gazetesinin ilâvesinde bu habere yer verilmişdir.)

Artık bu kadar hakîkat karşısında gerçekleri görerek, bu oyuna karşı uyanma zamanı çokdan gelmişdir. Şu anda hâmisi bulunmayan müslimânların zayıf durumundan yararlanarak onları hıristiyan yapmak isteyen müşrik hıristiyanlar kendilerine yardımcı bulabilmekde, bu husûsda büyük paralar sarfedildiği de bilinmekdedir.

Saîd Nursî diyor ki: “Birden kalbime geldi ki… mazlûmlar, kâfir de olsa, âhırete göre o dünyevî âfâtdan çekdikleri belâlara mukâbil rahmet-i ilâhiyyenin hazînesinden öyle mükâfâtlar var ki, eğer perde-i gayb açılsa o mazlûmlar haklarında büyük bir tezâhür-i rahmet görüb (Yâ Rabbi şükr elhamdülillâh) diyeceklerini bildim ve kat’î bir sûretde kanâ’at getirdim.” Kastamonu lâhikası, s.53; İşârâtü’l-îcâz, Bakara Sûresi 7.âyet-i kerîme açıklaması sonunda.
Cevâb: Allâhü te’âlâ, A’râf Sûresi, 156. âyet-i kerîmede: “Rahmetim bana karşı gelmekden sakınan, zekâtı veren, âyetlerimize inanan, iyilik edenleredir.”, Tevbe,113’de: “ Kâfirlerin avf edilmelerini istemenin uygun olmadığı” buyurulmakdadır. Kâfirlere âhıretde rahmet değil, ebedî cehennem azâbı vardır. Nisâ, 124; Hadîd 29; A’râf 56. âyet-i kerîmelere ve İmâm-ı Rabbânî, c.1/96,266. Mektûb; İmâm-ı Muhammed Ma’sûm, c.1/11,220. mektûblara bakılabilir.

Saîd Nursî diyor ki: “Kâfir amelinin cezâsını çekdikden sonra; ateşe alışır ve evvelki şiddetlerden kurtulur.” İşârâtü’l îcâz, Bakara Sûresi, 7.âyet-i kerîmenin açıklaması sonunda.
Cevâb: “Kâfirlere cehennem azâbı ebedîdir.” Nisâ, 169; Ahzâb, 65; Cinn, 23 (Bu husûsda çok âyet-i kerîme vardır).
“(Kâfirler) ateşten çıkacak da değillerdir.” Bakara, 167; Mâide, 37; tevbe, 68; Şûrâ, 45. âyet-i kerîmelere bakılabilir.

“Rezîl eden, dâimî azâb.” Nisâ, 14, 102, 138, 173; Mâide, 36, 73; Hûd, 39; Kehf, 2; Zümer, 40; Saff, 10. âyet-i kerîmelere bakılabilir.

“Kâfirlere azâb hiç hafîfletilmez.” Bakara, 86, 162; Âl-i İmrân, 88; Nahl, 85; İsrâ, 97; Fâtır, 36; Zühruf,75; Fürkân, 65; Yûnüs ,52 ; Secde ,14 .âyet-i kerîmeler; İmâm-ı Rabbânî c.1/ 193, 214; c.2/ 99. mektûb.

Saîd Nursî diyor ki: “(Kâfirin) hasenâtına (a’mâl-ı hayriyyelerine) mükâfâten cennet hayâtı yaşatabilir.” Mektûbât, 28. mektûbun sonu.
Cevâb: Kur’ân-ı Kerîmde “ Kâfirlerin amelleri boşa çıkmışdır.” Mâide, 5; A’râf, 147; Tevbe, 17, 69; Kehf,103-105; Zümer,65; Mühammed, 1. âyet-i kerimelere bakılabilir.

“ (Kâfirlerin) bütün amellerini saçılmış toz zerreleri hâline getiririz.” Fürkân,23. âyet-i kerime

“ Onların işleri (Kâfirlerin) fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Kazandıkları hiçbir şey’in fâidesini görmezler. ” İbrâhîm ,18.

“Kâfirlerin amelleri ıssız bir çöldeki serâb gibidir.” Nûr, 39.

Saîd Nursî;
Kur’ân-ı kerîmde otuzüç âyet-i kerîmede nûrculukdan bahsedildiğini iddi’â etmişdir. Sikke-i tasdîk-ı gaybî, s.71-121 ve Şu’âlar, I. şu’â, s.621-661 ve Şu’âlar,12.şu’â da,

Cevâb: Saîd Nursî, bilhassa Bakara Sûresi, 151. âyet-i kerîmede, Rasûlüllâh’a aleyhisselâm hitâb edilmesine rağmen, bu âyet-i kerîmede kendisine hitâb edildiğini iddi’â etmekdedir. Bakara Sûresi 151. âyet-i kerîme aynen şöyledir. “Nitekim kendi aranızdan, size âyetlerimizi okuyan, sizi her kötülükden arındıran, size kitâb ve hikmeti öğreten, ayrıca bilmediklerinizi öğreten bir rasûl gönderdik.” Bu inancını Sikke-i tasdîk-i gaybî ve Şu’âlar,1.şu’â kitâbında, Kur’ân’da Allâh, otuzüç âyet-i kerîmede nûrculuktan bahsediyor dediği kısmın 12. sırasında açıklamışdır. Allâhü te’âlâ müslimânları böyle inançlara düşmekden muhâfaza buyursun, âmin.

Saîd Nursî bu hatâlara ebcedle (cifr dediği) rakamlarla çok fazla uğraşma netîcesi düşmüşdür. Hurûfîliğin kurucusu Îrânlı yehûdî Fazlullâh Hurûfî de Kur’ân-ı Kerîmde nerede ‘Fazl’ kelimesi geçdiyse bununla kendisinden bahs edildiğini iddi’â etmişdi. Ya’nî, Saîd Nursî bu husûsda fikir ortaya atanların ilki değildir. (Ayrıca ebced hakkında da tâm bilgi sâhibi de değildir, rakamları ba’zen ilâve ederek ba’zen de eksilterek, kendine mâl etdiği görülmekdedir.)[Yehûdîlikdeki Kabalizm’de ebced’e çok değer verildiğini de bilmekde fâide vardır.] Saîd Nursî’nin, ayrıca Rumûzât-ı Semâniyye adlı oldukça kalın bir kitâbının olduğunu, ebcedle hayli uğraşdığı bu kitâbında da çok büyük hatâlara düşdüğünü hatırlatmak isterim.

Saîd Nursî: Ebcedle çok uğraşdığından dolayı gaybın bilinebileceği zannına da kapılmış, “ Ebced anahtar-ı gaybîdir “ diyebilmişdir. Sikke-i tasdîk-ı gaybî, s. 98; Şuâ’lar 1. şuâ

Cevâb: Kur’ân-ı kerîmde gayb’ın yalnızca Allâhü te’âlâ katında olduğu (Mülk, 26. âyet-i kerîme);

“Gayb ancak Allâh’ındır” Yûnüs, 20; Nahl, 77; Kehf, 26; Neml, 65; Sebe’, 3; Fâtr, 38; Zümer, 46; Hücürât, 18; Teğâbün, 18;

“Rasûlüllâh’ın aleyhisselâm dahî gaybı bilmediği” A’râf, 188; Hûd, 31;

“ (Allâh) bütün gaybı yeğâne bilendir. Hiç kimseye gaybını bildirmez. Ancak dilediği rasûl bunun dışındadır.” Cinn, 26-27. âyet-i kerîme.

Gaybı yalnız Allâhü te’âlâ bilir. Gayb yok demekdir. Yok olan şey bilinemez… Bilinemez ile ilim ilgilenmez. Bilineceğini iddi’â etmek her bakımdan yok olmakdan ve hiçbir şey olmamakdan kurtarmak demektir. Ba’zî zâtlara, gaybî haberlerin Allâhü te’âlâ tarafından bildirilmesi sebebiyle, bu zâtların gaybı bildikleri iddi’â edilemez, ancak Allâhü te’âlânın bildirdiklerini bilebilirler. Ebcedle gaybın bilinemeyeceği kat’îdir. Allâhü te’âlânın mu’cizesi veyâ kerâmeti ile ba’zî zâtlara , gaybî haberleri bildirir, bunun ebcedi bilme ile hiç alâkası yokdur. O zâtlar, Allâhü te’âlânın dostları olduğu için,bu onlara bir ihsânıdır,nebîlere mu’cizesi,velîlere bir kerâmetidir.

Saîd Nursî; Dâbbetü’l-arz ağaç kurtlarıdır, diyor Şu’âlar, 5. şu’â, 20. mes’ele

Cevâb: Dâbbetü’l-arz, Kıyâmetin büyük alâmetlerindendir. Saîd Nursî, Neml Sûresi, 82. âyet-i kerîme yerine, ilminin azlığı sebebiyle Sebe’ Sûresi,14. âyet-i kerîmeyi ele alarak yine hatâya düşmüşdür. Ayrıca bu husûs, o hayvânın nasıl olduğu, Hadîs-i şerîflerde açıklanmışdır.Altmış arşın(Yaklaşık 42 metre) büyüklüğünde olduğu bildirilmişdir.Süleymân aleyhisselâmın bastonunu yiyen küçük ağaç kurtlarının Kıyâmetle ne alâkası vardır, târîh olarak da Süleymân aleyhisselâm çok evveldir. Dâbbetü’l-arz’ın çok büyük bir hayvân olduğu tevâtürle bildirilmiş bir çok kitâbda uzun uzadıya anlatılmışdır.Bu husûsda hatâ yapmak da büyük bir cehâletdir.

Saîd Nursî: “Zülkarneyn belki Yemen hükümdârlarından birisidir.” Lem’alar,16.lem’a,s.138

Cevâb: Zülkarneyn aleyhisselâm nebî veyâ velîdir, Hızır’ın aleyhisselâm teyzesinin oğlu ve komutanıdır. İbrâhîm’in aleyhisselâm dü’âsını almışdır. Yemen hükümdârının ismi ise Münzir’dir. Ondan iki bin sene sonraki Mekadonya Kralı II. Flip’in oğlu İskender ile de karışdırılmamalıdır, çünkü o müslimân değildir. Zülkarneyn aleyhisselâm ise bunlardan çok öncedir. Mu’teber târîh kitâblarına bakılsaydı bu husûsda da hatâya düşülmezdi.

Saîd Nursî: “ Çin Seddi, Zülkarneyn seddidir.” Sözler,24. söz
Cevâb : Yapılan seddin demir ve bakır olduğu Kehf Sûresi, 96. âyet-i kerîmede, Ye’cüc ve Me’cüc’ün sed arkasında kaldıkları (Kefh, 97), kıyâmete yakın sed arkasından çıkacakları ise (Kehf, 98’de) bildirilmişdir. Zülkarneyn seddinin, taşdan olan Çin seddi’yle hiçbir alâkası yokdur, Saîd Nursî’nin,ayrıca sed arkasında habs olan Ye’cüc ve Me’cücün, Mançur, Moğol ve Kırgız olduklarını (Şu’âlar, 5. şu’â; Sözler, 24. söz; Lem’alar, 16. lem’a) iddi’â etmesi de târîhî hakîkatlara ters düşmekdedir.
Saîd Nursînin hatâları bu kadar değildir; Mübâleğa yapmadan iddi’â edebiliriz ki, kitâblarının hemen hemen hepsinde hatâya rastlamak mümkindir.(1) Reddiyye yazılsa koca bir kitâb olacağı muhakkakdır. Bu kadar hatâya düşen bu kişinin, niye bu kadar büyütüldüğü üzerinde durulursa hakîkat daha iyi anlaşılacakdır. Hıristiyan âleminin büyük paralar sarf ederek müslimânları hıristiyan yapma gayretlerini görmemek büyük bir gaflet olur. Oyuna gelenlerin yanında menfe’at dolayısiyle kullanılan hâinler de az değildir. Temiz niyyetli olup da, câhillikleri sebebiyle aldatılan müslimânları uyarmak, cehenneme gitmelerine sebeb olacak sapık inançlara karşı, onları güzel ve kibârca aydınlatmak, aldanmalarını önlemek, bu işin ehlî müslimânların vazîfesi olmalıdır.


Prof.Dr.Âbidîn Zâfir Şâzilîoğlu


(*) Diyânet İşleri Reîsi eski başkanı Ömer Nasûhî Bilmen, Tabâkâtü’l-müfessirîn(Kur’ân-ı Kerîmi tefsîr edenler) kitâbında Saîd Nursînin, yazdıklarının Kur’ân-ı Kerîm tefsîri ile hiç bir alâkası olmadığı için , kendisine yer vermemişdir.
(1)Doç.Dr.Yaşar Kutluay,Saîd Nursî ve Nurculuk,s.222




Bütün konular: 20
Bütün postalar: 24
Bütün kullanıcılar: 30
Şu anda Online olan (kayıtlı) kullanıcılar: Hiçkimse crying smiley

HZ MUHAMMED (SAV)

Mekke Devri
Medine Devri
Veda Hutbesi
Güzel Ahlakı
Peygamberimizin Dilinden Dualar

KUR'AN-I KERİM

Kur'an Meal ve Tefsir
Elmalılı Kur'an Meali
Kur'an Dinle
Kuran Öğreniyorum

DÖRT HALİFE

Hz Ebu Bekir
Hz Ömer
Hz Osman
Hz Ali

TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ

Başbuğ Türkeş
Türk-İslam Ülküsü
Türk Milliyetçiliği
İslam ve Milliyetçilik
Kızılelma
Bozkurt Nedir?
Ülkücü Hareket
Ülkücü Yemini
Ülkücü Şehitler
Ülkücü Mektuplar
3 Mayıs 1944
Dokuzışık Doktrini
12 Eylül
İz Bırakanlar
Ülkücü Sanatçılar
Ülkücü Siteler

ALLAH (cc) İSİMLERİ


Her türlü görüş ve düşünceleriniz için bize turkislamocaklari@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol