...TÜRK-İSLAM OCAKLARI...


ANA MENÜ

Ana Sayfa
Forum Sayfamız
Bize Ulaşın
Ziyaretçi Defteri
Resim Galerisi
Dosyalar
Serbest Kürsü
Sitemize Eleştiriler

İSLAMİYET

Hz Muhammed (sav)
Kur'an-ı Kerim
Esmaül Hüsna
40 Hadis
Dualar
Veda Hutbesi
Dört Halife Devri
Kandil Geceleri
Peygamberler Tarihi
Sahabeler
İslam İlmihali
Dini Sualler
Kutsal Emanetler
Dini Menkıbeler

TÜRK-İSLAM TARİHİ

M.K. Atatürk
Türk Adı ve Anlamı
Türkler ve İslam
İlk Türk Devletleri
Türk İslam Devletleri
Osmanlı Devleti
Çanakkale Özel
Milli Mücadele
Cumhuriyet Dönemi
Türk Dünyası
Türk Destanları
Tarihten Kesitler
Kültür ve Medeniyet
Türk Büyükleri

ZULME DUR DE...


TÜRK-İSLAM OCAKLARI

Sad B Ebi Vakkas Ebu Zerri Gifari Habbab B Eret in islama Girmeleri

TÜRK İSLAM OCAKLARI-PEYGAMBERİMİZİN HAYATI


ad B.Ebi Vakkas, Ebu Zerr-i Gıfari, Habbab B. Eret'in İslam'a Girmeleri

ŞA'D B. EBÎ VAKKAS'IN İSLÂMİYETLE ŞEREFLENMESİ

Sa'd b. Ebî Vakkas, henüz 17 yaşlarında, hareket ve heyecan dolu bir genç idi. Bu sırada bir rüya gördü: Zifirî bir karanlığın içindeyken, birdenbire parlak bir ay doğuyor ve o, ayın aydınlattığı yolu takib ediyor. Sonra aynı yolda, Zeyd b. Harise, Hz. Ali ve Hz. Ebû Bekir'in önünden ilerlediğini görüyor. Kendilerine, "Siz ne vakit buraya geldiniz?" diye soruyor. Onlar da, "Şimdi." diye cevap veriyorlar.223

Bu rüyasından üç gün sonra, İslâm'a gizli davet devresinde fevkalâde büyük bir cehd ve gayret gösteren Hz. Ebû Bekir, kendisine İslâmiyetten bahsetti, sonra da alıp Resûli Zîşan Efendimizin huzuruna götürdü. İslâmiyet hakkında Resûli Ekrem Efendimizden malûmat alan Hz. Sa'd, hemen orada Müslüman oldu.224

Nesebi, hem baba tarafından hem de anne tarafından Peygamber Efendimizle birleşir. Resûli Ekrem Efendimiz de, Hz. Sa'd da, annesi tarafından Zühre Oğullarına mensup bulunduğundan, Hz. Sa'd annesi tarafından Peygamberimizin dayısı düşerdi. Bu sebeple Resûlullah Efendimiz, "İşte dayım Sa'd!.. Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin!" diyerek kendisine iltifatta bulunurdu.225

Hz. Sa 'd ve Annesi

Hz. Sa'd'ın Müslüman olması, annesi Hamne'nin hoşuna gitmedi. Oğlu, atalarının dinini bırakıp, yeni dine, onun rızası olmadan nasıl tâbi olabilirdi? Oğlunun kendisine karşı saygısını ve bağlılığını bilen Hamne, onu İslâmiyetten vazgeçirip tekrar putperestliğe döndürmek için kararlıydı. Bir gün kendisine şöyle dedi:

"Allah'ın, sana hısım ve akraba ile ilgilenmeyi, anne babaya dâima iyilik etmeyi emrettiğini söyleyen, sen değil misin?"

Hz. Sa'd, "Evet.." dedi.

Bunun üzerine asıl maksadını şu cümlelerle ifade etti:

"Yâ Sa'd!.." dedi, "Vallahi, sen, Muhammed'in getirdiklerini inkâr etmedikçe, ben açlık ve susuzluktan helak oluncaya kadar ağzıma hiçbir şey almayacağım! Sen de bu yüzden anne katili olarak insanlarca ayıplanacaksın!"

O güne kadar, Hz. Sa'd, annesinin her isteğine boyun eğmişti. Bir dediğini iki etmemişti. Fakat, artık o, Allah'a îman etmiş ve Resulüne kalbinin bütün samimîyetiyle teslim olmuştu. Elbette, her şeyini bu îman ölçüsü içinde değerlendirecekti!

Annesinin yememekte ve içmemekte inat ettiğini görünce, yanına vardı ve, "Ey anne!.." dedi, "Senin 100 canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dinimde sabit kalırım! Artık ister ye, ister yeme!"226

Bu cevap üzerine anne Hamne'nin inadı, Hz. Sa'd'ın hakta sebatı karşısında eridi; hem yemeye, hem de içmeye başladı. Böylece bir kere daha küfür îmanın, şirk tevhidin azameti karşısında ezildi ve mağlûbiyetini ilân etti!

Hz. Sa'd ile annesi arasında geçen bu hâdise üzerine Cenâbı Hakk, Ankebut Sûresinin 8. âyetini göndererek, mü'minlere ebedî bir ölçü verdi: "Biz insana, ana ve babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik. Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın (ilâh tanımadığın) bir şeyi Bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara (bu hususta) itaat etme! Dönüşünüz ancak Banadır. Ben de, yaptığınızı (amellerimizin karşılığını) size haber vereceğim!"

Hamne, oğlunu İslâm'dan vazgeçirmek için bu sefer başka bir yol denedi: Bir gün Hz. Sa'd, evde namaz kılarken, konu komşusunu da çağırdı ve hep beraber kapıyı kapatarak onu evde hapsettiler. Ciğerparesine eziyet edecek kadar şirkin kalbini katılaştırdığı Hamne, o sırada şöyle bağırıyordu:

"Ya o burada girdiği yeni dini terkeder veya ölür gider!"

Şirk ve dalâletin kalbleri nasıl karartıp merhamet ve şefkatten mahrum hâle getirdiğini, bir annenin öz evlâdına eziyet etmekten çekinmemesinden anlamamız mümkündür!

Hadiseler, hep Hamrıe'nin aleyhinde cereyan ediyordu. Çünkü, İslâmiyetten vazgeçirmek için çırpınıp durduğu Hz. Sa'd'm peşini oğlu Âmir de takib etmiş ve Müslüman olmuştu.

Büsbütün hırçınlaşan Hamne, bu sefer Âmir'in yakasına yapıştı ve, "Tuttuğun dini bırakmadıkça, şu hurma ağacının altında gölgelenmeyecek ve yiyip içmeyeceğim!" dedi.

Allah'a îmanın ve Resulüne tâbi olmanın hadsiz zevkini tadan ve İslâm'ın emirlerini ihlâs ve samimiyetle yaşayan Hz. Sa'd, annesinin bu yeminini duyar duymaz yanına vardı. "Ey anne!.." dedi. "Cehennem ateşi durağın oluncaya kadar sakın 'Gölgeleneyim, yiyip içeyim.' deme!"227

Bu âyeti kerîmenin hükmüne göre, bir evlâd, anne babasının ancak islâm'ın dışında olmayan meşru emirlerini tutmakla mükelleftir. Böyle bir itaat evlâd üzerine vâcibtir. Aksi hâlde, yâni anne veya baba, Müslüman evlâdını îmanın ve İslâm'ın dışında birtakım meşru olmayan hareketleri işlemeye emir ve teşvik ederse, bu sefer onlara bu hususta itaat etmemek vâcibtir. Çünkü, "Allah'a isyan olacak şeyde kullara itaat edilmez, emirleri yerine getirilmez." kaidesi, İslâm'ın bir düsturudur (Nesefî, Tefsir, c. 3, s. 251).

Bu hârika îman, sarsılmaz azim ve irade karşısında anne Hamne'nin elinden, susmaktan başka bir şey gelmedi.

Hz. Sa 'd 'ın Cesareti

Müslümanların, müşrikler tarafından işkence ve eziyet cenderesine alındıkları en çetin bir sırada idi.

Hz. Sa'd, ilk Müslümanlardan birkaçıyla Mekke'nin Ebû Dübb Vadisinde namaz kılmakta idiler. Müşriklerin ileri gelenlerinden Ebû Süfyan, birkaç müşrikle yanlarına geldi. Yaptıkları ibâdetin asılsız bir şey olduğunu iddiaya kalkışınca, yaka paça birbirlerine girdiler. Hz. Sa'd, eline geçirdiği bir deve çenesi kemiğiyle müşriklerden birinin başını yardı. Bunu gören diğer müşrikler, cesaretlerini kaybettiler ve kaçmaya başladılar. Müslümanlar da onları vadiden çıkıncaya kadar kovaladılar.

Böylece, Hz. Sa'd, "Allah yolunda ilk kan döken sahabî" unvanını almış oldu. İslâm tarihinde dökülen ilk kan budur!

Aynı zamanda son derece cömert olan Hz. Sa'd b. Ebî Vakkas, Cennet'le müjdelenen 10 sahabîden biridir. Allah Resulü zamanında bütün gazalara katıldı. Uhud Harbinde Fahri Kâinat'a vücudunu siper etti ve müşriklere öylesine ok attı ki, Allah Resulünün, hiçbir fânîye nasîb olmayan şu hitabına mazhar oldu:

"Anam babam, sana feda olsun yâ Sa'd!.. Durma, at!"228 Hz. Ali der ki:

"Resûlullah (s.a.v.), 'Fedake ebî ve ümmi'* (Anam babam sana feda olsun) cümlesini sâdece Uhud günü Hz. Sa'd için söyledi."229

 

Bu kelimeler, razı olmayı, memnun olmayı ifade eder. Yaptığı tebcile şayan bulunan zâtlar, bu kelimelerle medh ve sena edilirler.

Aynı muharabede, Hz. Sa'd, her ok attıkça, Allah Resulü, "İlâhî, bu, Senin okundur." diyor ve onun için şöyle dua ediyordu:

"Allah'ım!.. Sana dua ettiğinde Sa'd'ın duasını kabul et, atışını da doğrult!"230

Allah Resulünün, "Allah'ım, onun duasını kabul et!" buyurması sebebiyledir ki, kahramanlığı, cesareti ve ok atmadaki mahareti yanında duasının kabulüyle de şöhret bulmuştur. İslâm düşmanları onun kılıç ve okundan korktukları gibi, Müslümanlar da bu sebeple onun dua oklarından korkarlardı. Onu üzmekten son derece çekinirlerdi.231

İslâm'a davetin henüz gizli devresinde, ömrünün baharında Müslüman olan Hz. Sa'd, o genç yaşından itibaren bütün ömrünü İslâm'a hizmette geçirdi. Hz. Ömer devrinde İran'a gönderilen ordunun kumandanlığma tâyin edildi ve Kadisiyye Zaferinin kumandanlığını yürüterek Kisrâ ülkesini fethedip İslâm topraklarına kattı. Bu sebeple ona "İran Fâtihi" unvanı verildi.

EBÛ ZERRİ GIFARÎ'NİN İSLÂM'LA ŞEREFLENMESİ

İslâm'ın ebedî nuru, gizliden gizliye ruhları sarmaya ve gönülleri fethetmeye devam ediyordu. İlk Müslümanlar bütün samimîyetleriyle Hz. Resûlullah'ın muallimliğinde İlâhî dâvayı öğrenmeye ve yaşamaya çalışıyorlardı.

Peygamber Efendimiz, henüz dâvasını aşikâre ilân etmemişti; ama buna rağmen, Mekke'nin dışında da birçok yerden, beklenen Son Peygamber'in zuhur ettiğine dair haber duyanlar vardı. Bunlardan biri de, Gıfar Kabîlesine mensup Ebû Zerr idi.

Ebû Zerr, Câhiliyye devrinde de putlara tapmaktan nefret eden ve senelerden beri hak ve hakikati arayan, Arab'ın güzide şâirlerinden biriydi. Duyduğu haber üzerine önce, aradığı rehber zâtın Mekke ufuklarında parlayan zât olup olmadığını anlamak maksadıyla kendisinden de üstün bir şâir olan kardeşi Üneys'e, "Haydi, Mekke'ye, zuhur ettiği söylenen zâta git, kendisiyle bir görüş; ve onun hakkında bana haber getir." diyerek onu Mekke'ye gönderdi.

Üneys, kardeşinin bu talimatı üzerine Mekke'ye geldi ve Peygamber Efendimizle görüşüp konuştuktan sonra geri döndü.

Ebû Zerr, "Ne haber getirdin? Halk onun hakkında ne söylüyor?" diye sordu.

Üneys, "Gördüğüm zât, halka iyilikte bulunmayı, kötülükten sakınmayı tavsiye ediyor ve güzel ahlâkı duyuruyor." dedikten sonra, sözlerine şöyle devam etti:

"Halk, 'Şâirdir, kâhindir, sâhirdir.' diyor! Amma ben kâhinlerin sözlerini işittim. Onun söyledikleri kat'iyyen kâhinlerin sözlerinden değildir. Söylediklerini, şâirlerin de her türlü şiirleriyle kıyas ettim; aralarında hiçbir benzerlik görmedim. Onun söyledikleri şiirden başka, apayrı bir şey! Bundan sonra ona şâir demek kimsenin ağzına yakışmaz. Hülâsa, yeminle derim ki Muhammed (s.a.v.) sâdıktır; ona çeşitli ithamlara yeltenenler ise kâziptir, yalancıların tâ kendileridir."232

Ebû Zerr, kardeşine, "Sen" dedi, "beni rahatlatıcı fazla bir malûmat getirmedin. Ama yine de gidip onu bizzat görmeliyim!"

Üneys, onu îkaz etti: "Gitmesine git, ama kendini Mekke halkından kolla! Çünkü, onlar Muhammed'e karşı düşman cephesi kurmuşlardır!"

Bundan sonra, Ebû Zerr, eline asasını, sırtına bir su kırbası ile bir azık dağarcığı alarak yola düştü. Çölleri aşa aşa gelip Mekke'ye kavuştu ve doğruca Kabe'ye gitti. Resûli Ekrem'i aradı, fakat tanımadığı için bulamadı. Kimseye sormaya da cesaret edemedi; hem de uygun bulmadı. Çünkü, kardeşinin de söylediği gibi, Mekke'de Müslümanlarla müşrikler arasında şiddetli bir mücadele vardı ve Müslümanlar çok nâzik bir devreyi yaşıyorlardı.

Mecsidi Haram'da kalmaktan başka bir çâresi yoktu. Öyle yaptı. Açlığını ise zemzem suyu içerek gideriyordu.

Bir aralık Hz. Ali, onu Mescidi Haram'ın bir köşesinde büzülmüş hâlde gördü. Yanından gerçerken, kendi kendine, "Zannımca bu adam uzak bir yoldan gelmiştir." diye konuşunca, Ebû Zerr, "Evet," dedi, "uzak bir yoldan gelmişim!"

Hz. Ali, "Gel, evimize gidelim." dedi ve onu alıp evinde misafir etti. İkisi de ihtiyatlı ve tedbirli davrandıklarından o geceyi birbirlerine açılmadan geçirdiler.

Sabah olunca, Ebû Zerr, yine Resûlullah Efendimizi sorup bulmak için Mescidi Haram'a gitti; fakat, aynı şekilde hiç kimseden Efendimiz hakkında bir malûmat alamadı.

Yine aynı köşede ümitsiz bir vaziyette beklerken yanına Hz. Ali uğradı; tekrar kendi kendine, "Bu adamcağızın hâlâ yerini öğrenmek zamanı gelmedi mi?" diye konuştu. Bunun duyan Ebû Zerr, "Hayır..." dedi.

Bunun üzerine Hz. Ali, aynı şekilde, "Haydi, öyle ise bize gidelim." dedi ve alıp evine misafir götürdü.

Bu sefer birbirlerine açıldılar. Önce Hz. Ali, "Nereden ve niçin geliyorsun?" diye sordu.

Ebû Zerr, "Eğer, gizli tutacağına söz verirsen, sana anlatırım!" dedi.

Hz. Ali, "Emin olabilirsin." karşılığını verince, Ebû Zerr asıl maksadını açıkladı. "Ben," dedi, "Gıfar Kabîlesindenim. Buradan peygamberlik iddiasında bulunan bir zâtın zuhur ettiği haberini duydum. Bizzat onu görüp konuşayım, diye geldim!"

Samimî maksadını anlayan Hz. Ali, "Sen, bu hareketinle akıllıık ettin, doğruyu buldun!" diye konuştuktan sonra, "Ben" dedi, "şimdi Resûlullah'ın yanına gidiyorum. Sen de peşimden gel! Benim girdiğim yere sen de gir! Eğer ben yolda sana zarar vereceğinden korktuğum birisini görürsem, papucumu düzeltir gibi bir duvara yönelir dururum. O zaman sen beni beklemezsin, yürür gidersin!"

Evden çıktılar. Hz. Ali önde, Ebû Zerr ise onu arkadan takib ediyordu. Hiçbir anormal durumla karşılaşmadan Hz. Resûlullah'ın huzuruna vardılar.

Ebû Zerr,"Selâm, sana olsun ey Allah'ın Resulü!.." dedi.*

islâm'da bu türlü ilk selâm veren zât, Ebû Zerr Hazretleridir.

Resûli Ekrem, "Allah'ın rahmeti, senin üzerine de olsun." dedikten sonra, "Sen kimsin?" diye sordu.

Ebû Zerr, "Ben, Gıfar Kabîlesindenim." diye cevap verdi.

"Ne zamandan beri buradasın!"

"Üç gün üç geceden beri buradayım!"

"Seni kim doyuruyor?"

"Tek yiyeceğim zemzem suyu idi. Şişmanladım bile!.. Hiç açlık ve susuzluk duymadım!"

Bunun üzerine Resûli Ekrem Efendimiz, "Zemzem, mübarek, doyurucu bir yiyecektir." buyurdu.

Sonra Ebû Zerr, "Yâ Resûlallah!.. Bana İslâm'ı anlat." dedi.

Resûlullah Efendimiz, İslâmiyeti kendilerine anlatınca, derhâl şehâdet getirerek Müslüman oldu.233

Müslümanlığını İlân Etti!

Şehâdet getirerek İslâm'la şerefyab olan Hz. Ebû Zerr'e, ihtiyat ve tedbiri asla elden bırakmayan Resûlullah'ın tavsiyesi şu oldu:

"Yâ Ebû Zerr!.. Sen, şimdilik bu işi gizli tut! Ve memleketine dön, git! İşi açığa vurduğumuzu haber aldığın zaman gel!"

Vecd ve heyecan mâdeni hâline gelen Hz. Ebû Zerr, "Yâ Resûlallah!.." dedi, "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah Teâlâ'ya yemin olsun ki, ben bunu müşriklerin arasında açıkça ilân edeceğim!" Sonra da kalkıp doğruca Kabe'ye koştu ve müşriklere karşı pervasızca, "Ey Kureyş topluluğu!.. Ben şehâdet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yok ve Muhammed, O'nun Resulüdür!" diye haykırdı.

Bu kahramanca haykırış, müşrikleri hiddetlendirdi. Hep birden üzerine çullandılar ve onun bayıltıncaya kadar dövdüler.

Eğer, henüz o sırada İslâmiyete girmemiş olan Hz. Abbas, yetişip, Gıfar Kabilesine mensup olduğunu ve bu kabilenin de Şam ticaret yoluna hâkim bulunduğunu söylemeseydi, onu öldüreceklerdi!

Fakat, îmanın verdiği cesaret ve heyecana sahip Hz. Ebû Zerr'i, bu darbeler de yıldırmadı. İkinci gün aynı şekilde ve aynı yerde, yine müşriklere karşı Allah'ın varlık ve birliğini, Hz. Resûlullah'ın da O'nun hak peygamberi olduğunu pervasızca haykırdı. Tekrar müşriklerin ağır darbelerine mâruz kaldı. Yine araya Hz. Abbas girdi ve, "Yazıklar olsun size!.. Siz, Gıfar Kabilesinden birini mi öldürmek istiyorsunuz? Onların sizin ticaret yeriniz ve yolunuz üzerinde bulunduğunu bilmiyor musunuz?" diyerek onu müşriklerin merhametsizce savurdukları darbelerden kurtardı.234

Bu hâdiseden sonra Hz. Ebû Zerr, kavim ve kabilesini hak dine davet etmek üzere yurdunun yolunu tuttu. Hicret'in 6. yılına kadar da orada kaldı. Bu sebeple Bedir, Uhud ve Hendek Gazalarında bulunamadı. Fakat bunlardan sonraki gazalarda Resûli Ekrem Efendimizin yanından ayrılmadı.

HABBAB B. ER ETİN MÜSLÜMAN OLMASI

Habbab b. Eret, Ümrnü Anmar adında İslâm düşmanı bir kadının âzadlı kölesiydi. Demirci idi, kılıç yapardı. Peygamber Efendimizle öteden beri görüşür ve konuşurdu.

Resûli Kibriya Efendimiz henüz Dârû'lErkam'a yerleşmediği bir sırada gelip Müslüman oldu.

O günlerde Müslüman olmak ve hele Müslümanlığını ilân etmek demek, malından ve canından olmayı göze almak demekti. Buna rağmen, Hz. Habbab, zerre kadar korku eseri göstermeden İslâm'la şereflendiğini kahramanca ilân ve izhar etti.

İşkence

Kureyşli müşrikler, Müslüman olduğunu duyunca, onu da eziyet ve işkencelere tâbi tuttular. Ümmü Anmar, hiddetinden çıldıracak gibiydi. Onu bağlattı, ateşte kızdırttığı demirle başını dağlattı. Hz. Habbab, geçim vasıtası olan mesleğiyle şimdi işkenceye uğruyordu! Ama nafileydi! Onun gönlü îman ateşiyle çoktan tutuşmuştu.

Bir gün çıkıp Resûlullah'ın huzuruna geldi. Ümmü Anmar'dan ve başının ızdırabından şikâyet etti. Peygamber Efendimiz, "Yâ Rab!.. Habbab'a yardım et!" diye dua etti.

Bu duanın hemen akabinde Ümmü Anmar, şiddetli bir baş ağrısına mübtelâ oldu. Ağrının ızdırabından inler, dururdu. Sonunda kendisine, başını ateşle dağlaması tavsiye edildi. Hz. Habbab da bir müddet onun başını dağladı.

Hz. Habbab, Ateş Alevi İçinde

Merhametten mahrum müşrikler, bir gün Hz. Habbab'ın gözleri önünde kocaman bir ateş yaktılar. Onu ateşin üzerine yatırıp, ayaklarıyla göğsüne bastılar. Bir müddet öyle bıraktılar.235

Seneler sonraydı. Hz. Ömer, İslâm'ın halifesi idi. Yanında Hz. Habbab bulunduğu bir sırada, İslâm uğruna çektikleri eza ve cefayı kastederek, "Yeryüzünde şu meclise bundan daha lâyık ve müstahak olan, sâdece bir tek adam vardır." diye konuştu.

Hz. Habbab merak edip, "Yâ Emîre'lMü'minîn!.. Kimdir o?.." diye sordu.

Hz. Ömer, "BilâFdir." diye cevap verdi.

Hz. Habbab, "Yâ Emîre'lMü'minîn!.. O benim kadar işkence çekmemişti! Çünkü, müşriklerin eziyetlerinden Bilâl'i koruyan vardı. Benim ise, koruyucu hiçbir kimsem yoktu ve olmadı da..." dedikten sonra müşrikler tarafından ateş içine yatırılmasını da şöyle anlatmıştı:

"Bir gün müşrikler beni tuttular. Ateş yaktılar. Ateşin içine beni sırtüstü yatırdılar. Sonra adamın biri göğsümün üzerine bastı. Yer soğuyuncaya kadar da beni bırakmadı!"

Bu sözlerinden sonra da Hz. Habbab, sırtını açtı. Ateş yanıklarından, sırtı alaca olmuştu!

Peygamberimize Başvurması

Her türlü eziyet ve işkenceye rağmen Hz. Habbab, îman ve İslâmiyetinden zerre kadar tâviz vermiyor, Allah'a ve Resulüne sonsuz muhabbetini izhar etmekten çekinmiyordu.

O, bir köle idi. Müşriklerle başa çıkacak durumda değildi. Mâruz kaldığı eza ve cefalardan dolayı Resûlullah'a başvurmaktan başka elinden hiçbir şey gelmiyordu. Bir gün öyle yaptı. Efendimizin huzuruna çıkarak, "Yâ Resûlallah!.. Çektiğimiz şu işkencelerden kurtulmamız için Allah'a dua etmez misin?" dedi.

Resûli Kibriya Efendimiz, hem ibret, hem de müjde dolu şu cevabı verdi:

"Sizden önceki ümmetler içinde öyle kimseler vardı ki, demir tarakla bütün derileri, etleri soyulup kazınırdı da bu işkence yine onu dininden döndüremezdi. Testereyle tepesinden ikiye bölünürlerdi de, yine bu işkenceler onları dinlerinden geri çeviremezdi. Allah, elbette bu işi (İslâmiyeti) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki, hayvanına binip San'a'dan HadraMut'e kadar tek başına giden bir kimse, Allah'tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat, siz acele ediyorsunuz."236

As b. Vail 'e Verdiği Cevap

Hz. Habbab'ın, azılı müşriklerden Âs b. Vail'den mühimce bir alacağı vardı. Bir gün gidip alacağını istedi. Bu azılı müşrik, "Muhammed'i inkâr etmedikçe, sana olan borcumu ödemeyeceğim!" dedi.

Hz. Habbab, "Ben her şeyimden vazgeçerim, yine de ölünceye kadar ve öldükten sonra dirilinceye kadar onu red ve inkâr etmem!" diye cevap verdi.

Bunun üzerine As b. Vail, "Ben, öldükten sonra dirilecek miyim? Eğer böyle bir şey olacaksa, sabret! Diriltilip malıma ve evlâdıma tekrar kavuştuğum o gün, sana olan borcumu öderim!"237 diye küstahça konuştu.

Âs b. Vail'in bu sözleri üzerine, Cenâbı Hakk, indirdiği âyeti kerîmelerde şöyle buyurdu:

"Şimdi şu âyetlerimizi ve 'Elbette bana mal ve evlâd verilecektir!' diyen adamı gördün mü? O, gayba muttali mi olmuş? Yoksa Rahmân'ın huzurunda bir söz mü almış? Hayır, öyle değil. Biz, onun dediğini yazacağız ve azabını da çoğalttıkça çoğaltacağız! Ve o söylediği şeyleri hep elinden alacağız da, o bize tek başına gelecektir!"238

Hz. Habbab, her türlü tehlikeyi göze alarak Müslümanlığını ilân ettiği gibi, çekinmeden yeni Müslümanlara Kur'âni Kerîm'i okutmak ve öğretmekle de meşgul olurdu.

Hz. Ömer, elinde yalın kılıç, eniştesi ve kız kardeşinin evine hışımla girdiği zaman da, yine bu fedakâr sahabî, onlara yeni inen âyetleri okuyor ve öğretiyordu. Meryem, 77 - 80.


223 ibni Esîr, Üsdû'lGabe, c. 2, s. 292.

224 İbni Hişam, Sîre, c. 1, s. 266; ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 139; Taberî,Tarih, c. 2, s. 216.

225 İbni Hacer, ellsabe, c. 2, s. 33; ibni Esir, A.g.e., c. 2, s. 291.

226 Ibni Hacer, ellsabe, c. 2, s. 31; Halebî, İnsanû'lUyun, c. 1, s. 280.

227 Ibni Esir, A.g.e., c. 2, s. 292.

228 ibni Sa'd, A.g.e., c. 2, s. 139. "Fedake ebî ve ümmi" tâbiri, asıl mânâsında değil, örfî mânâsında kullanılır.

229 Müslim, Sahih, c. 7, s. 125.

230 ibni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 141.

231 Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 149.

232 İbni Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 224; Müslim, Sahih, c. 7, s. 153154.

233 ibni Sa'd, Tabakat, c. 4, s. 224225; Müslim, Sahih, c. 7, s. 153154.

235 İbni Sa'd, Tabakat, c. 3, s. 165.

Buharı, Sahih, c. 4, s. 238239. 237 ibni Sa'd, A.g.e., c. 3, s. 1 (54165.

HZ MUHAMMED (SAV)

Mekke Devri
Medine Devri
Veda Hutbesi
Güzel Ahlakı
Peygamberimizin Dilinden Dualar

KUR'AN-I KERİM

Kur'an Meal ve Tefsir
Elmalılı Kur'an Meali
Kur'an Dinle
Kuran Öğreniyorum

DÖRT HALİFE

Hz Ebu Bekir
Hz Ömer
Hz Osman
Hz Ali

TÜRK İSLAM ÜLKÜSÜ

Başbuğ Türkeş
Türk-İslam Ülküsü
Türk Milliyetçiliği
İslam ve Milliyetçilik
Kızılelma
Bozkurt Nedir?
Ülkücü Hareket
Ülkücü Yemini
Ülkücü Şehitler
Ülkücü Mektuplar
3 Mayıs 1944
Dokuzışık Doktrini
12 Eylül
İz Bırakanlar
Ülkücü Sanatçılar
Ülkücü Siteler

ALLAH (cc) İSİMLERİ


Her türlü görüş ve düşünceleriniz için bize turkislamocaklari@hotmail.com adresinden ulaşabilirsiniz



Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol