Resûli Ekrem Efendimizin hicretiyle, Medine, "İslâm
merkezi" hâline gelmiş oluyordu. Bu bakımdan, o zamanki Medine ve ahalisi
hakkında kısaca malûmat vermekte fayda vardır.
Şimdiki gibi o zaman da Medine, Arabistan Yarımadasının
mühim şehirlerinden biri sayılıyordu. Vadi olan arazisi oldukça geniştir. Vadi
tamamen dağlarla çevrilidir. İklimi tatlı, arazisi münbittir. Havası güzel,
suyu serin ve oldukça boldur. Yağışı Mekke'den fazladır.
Hz. Resülullah'ın hicretine kadar şehir Yesrib ismini
taşıyordu. Bu adı, buraya ilk gelip yerleşen "Yesrib" isimli Amalikalıdan
aldığı söylenir.445 Ancak, bu kelimede "fesad" mânâsı bulunduğundan, Peygamber
Efendimiz, bu ismi beğenmedi ve onu "Medine" diye değiştirdi. Artık
Müslümanlar arasında şehir "Yesrib" diye değil, "Medine" adıyla anılmaya
başladı. Bir ara "Medinetû'nNebî" diye de anıldıysa da, sonraları sâdece
"Medine" olarak kaldı. Tarihçiler, Medine'nin 94 kadar ismi bulunduğunu
kaydederler ve bunları teker teker zikrederler.446
Medine'de Müslümanlardan başka Yahudîler ve Hıristiyanlar
da oturuyordu. Bu bakımdan nüfusu kalabalık bir şehirdi. O zamanki nüfusunun
10 bin civarında olduğu tahmin edilmiştir.
Buradaki Müslümanlar, Evs ve Hazreç Kabilelerine mensup
idiler. Evs ve Hazreç adındaki iki kardeşten üreyip çoğalan bu iki kabîle
arasında Arapların seciyeleri icabı ihtilâflar, kavgalar ve çarpışmalar
birbirini kovalamıştı. Bu dahilî muharebelerin sonuncusu Buas Harbi idi ki,
120 sene devam etmiş ve Efendimizin Medine'ye hicretlerinden beş sene kadar
önce son bulmuştu. Bu kanlı muharebede her iki tarafın da en namlı bahadırları
ya ölmüş veya malûl düşmüşlerdi. İşte, Ensâr böyle perişan bir vaziyette iken
Resûli Kibriya Efendimizin hicreti vuku bulmuştu.
Hicreti Nebevî'yle bu iki kardeş kabîle arasındaki
düşmanlık, eski uhuvvet ve muhabbete kalboldu. Dargınlık ve kırgınlıklar
tamamen ortadan kalktı. İki taraf şâirlerinin okudukları kahramanlık ve fecaat
destanları, Arap edebiyatını dolduran ve senelerce kadınlar, çocuklar
tarafından terennüm edilen bu asırlık düşmanlığın yeni bir uhuvvete dönmesi,
hiç şüphesiz, Cenâbı Hakk'ın, Sevgili Efendimize ihsan ettiği bir
armağanıdır.447
Hz. Âişe (r.a.) der ki:
"Buas günü, Allah'ın, Kendi Resulü (s.a.v.) için
hazırladığı bir gündür ki, bu muharebenin neticesi üzerine, Resûlullah
(s.a.v.), Medine'ye hicret etmiştir. Öyle ki, hicret sırasında birbirleriyle
çarpışmış Evs ve Hazreçlilerin cemiyetleri dağılmış, eşrafı öldürülmüş ve
yaralanmıştı. Bu perişanlık üzerine Allah, birbirleriyle çarpışıp durmuş olan
Ensâr in İslâm camiasına girmeleri için bu günü Peygamberine (s.a.v.)
hazırlamıştır."448
Buradaki Yahudîler ise, üç kabileye mensup idiler: Benî
Kaynuka, Benî Kurayza ve Benî Nadir...
Şehirde sayıları en az olan, Hıristiyanlardır. Bunlar,
İslâm'ın Medine'de hızla yayılışı karşısında tahammül edemediler ve kısa bir
zaman sonra Medine'den ayrıldılar. Uhud Savaşında müşrikler safında
Müslümanlara karşı savaşan bu Hıristiyanlar, sonraları Bizans'a
sığınmışlardır!
Siyasî hayat itibarıyla Medine, o sırada ibtidaî denecek
bir seviyede idi. Henüz kabîle hayatı yaşanıyordu. Tıpkı müşrik Araplarda
olduğu gibi, Yahudîlerde de her kabîle kendi başına müstakil bir topluluk
teşkil ediyordu. Kendi reislerinden başka hiçbir otorite kabul etmiyorlardı.
Burada, eşitlik mefhumundan ve tatbikatından da uzak bir
hayat tarzı hâkimdi. Meselâ, güçsüz kabilelere ödenen diyet, güçlü ve nüfuzlu
kabilelere ödenen diyetin yarısı idi. Cemiyet hayatı, kanunlardan mahrum
bulunuyordu. Gerektiğinde hakemler seçiliyor ve bu hakemlerin şahsî kanaat ve
görüşlerine göre hüküm ve kararlar veriliyordu.
Okuma yazma bilenlerin sayısı oldukça azdı.
İşte, Peygamber Efendimiz, coğrafî, siyasî, içtimaî
yönleriyle ana hatlarını anlattığımız böyle bir şehre hicret edip gelmişti.
Önünde mühim vazifeler vardı ve halli gereken birçok ağır mesele kendisini
bekliyordu.
ABDULLAH B. SELÂMIN MÜSLÜMAN OLMASI
Hz. Yusuf un (a.s.) sülâlesinden olan Abdullah b. Selâm,
Medine Yahudilerinin ileri gelen âlimlerinden biri idi.
Büyük bir âlim olan babası Selâm'dan birçok şeyle
birlikte, Tevrat'ı ve tefsirini de öğrenmişti. Ayrıca, babası, âhirzamanda
gelecek peygamberin sıfat ve alâmetleri ile yapacağı işleri de kendisine
anlatmış ve, "Eğer o, Harun neslinden gelirse, ona tâbi olurum, yoksa tâbi
olmam." demişti. Selâm, Efendimiz henüz Medine'ye gelmeden önce de vefat
etmişti.
Resûli Kibriya Efendimizin Medine'ye gelişini
Müslümanlara müjdeleyen Yahudînin sesini Abdullah b. Selâm da işitmiş ve
kendisini tutamayarak, "Allahü Ekber!" deyip tekbir getirmişti.
Bunu duyan halası, "Allah, seni umduğuna erdirmesin!
Vallahi, Musa Peygamber'in geleceğini duymuş olsaydın bundan fazlasını
yapmazdın!" diyerek ona çıkışmıştı.
Abdullah ise, "Ey hala!.. Vallahi, gelen de onun
kardeşidir! O da onun gibi bir peygamberdir!" demişti.
Bunun üzerine halası, "Yoksa, Kıyamet'e yakın
gönderileceği bize haber verilen peygamber, bu mudur?" diye sormuştu.
Abdullah, "Evet..." cevabını verince de, "Öyle ise,
davranışında haklısın!" demişti.4'9
Resûli Kibriya Efendimiz, Medine'ye teşrif buyurdukları
zaman, Abdullah b. Selâm da onu görmek için gitmiş ve Efendimizin nurlar saçan
mübarek sımasını görünce, "Şu sîmada yalan yok! Şu yüzde hile olamaz!" diye
kendi kendine söylenmişti.450
Peygamberimize Soru Sorması ve İslâm'ı Kabulü
Resûli Ekrem Efendimiz, henüz Ebû Eyyûb elEnsârî
Hazretlerinin evinde misafir kaldığı bir sıradaydı.
Abdullah b. Selâm da, Efendimizi ziyarete geldi ve ona
birtakım sualler sordu. Tevrat'tan sorduğu suallerine yine Tevrat'a uygun
cevaplar alınca, şehâdet getirerek Müslüman oldu.4" Sonra da, "Yâ Resûlallah!..
Yahudî milleti, iftiracı, yalancı bir millettir. Yarın benim Müslüman olduğumu
duyunca türlü yalanlar uydurup iftirada bulunurlar. Müslümanlığım duyulmazdan
önce beni onlardan sorup mevkiimi tasdik ettiriniz!" dedi.
Peygamber Efendimiz, onu bir tarafa gizleyip Yahudî ileri
gelenlerinden bazılarını davet etti ve onlara, "Ey Yahudî cemaati!.. Siz,
benim, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğumu pek iyi bilirsiniz!
Ben hak dinle geldim; Müslüman olunuz!" dedi.
Yahudiler, "Biz, senin peygamber olduğunu bilmiyoruz!"
diye karşılık verdiler ve bu sözlerini üç sefer tekrarladılar.
Bundan sonra Resûli Ekrem, "Sizin içinizde Abdullah b.
Selâm adında birisi var. O nasıl bir kişidir?" diye sordu.
Yahudiler, "O, bizim içimizde hayırlı bir babanın hayırlı
bir oğludur. Kendisi de babası da en faziletlimiz, en âlimimizdir." diye
şehâdet ettiler.
Resûlullah, "Abdullah b. Selâm, Müslüman olursa, siz ne
dersiniz?" diye sordu.Yahudîler, "Hâşâ!.. Abdullah İbni Selâm, hiçbir vakit
Müslüman olamaz!" dediler.
Efendimiz, sualini üç sefer tekrarladı.
Her seferinde onlar da aynı inkârı cevabı verdiler.
Bunun üzerine Resûli Kibriya, Abdullah İbni Selâm'a
hitaben, "Yâ İbni Selâm!.. Gel!" diye çağırdı.
Abdullah, saklı bulunduğu yerden çıktı ve,Müslüman
olduğunu ilân etti; Yahudilere de, "Ey Yahudî cemaati!.. Allah'tan korkunuz!
Size geleni kabul ediniz. Vallahi, siz de bilirsiniz; o, yanınızdaki Tevrat'ta
ismini ve sıfatını yazılı bulduğunuz Resûlullah'tır." diyerek onları İslâm'a
davet etti.452
Fakat Yahudîler, "Sen yalan söylüyorsun! Sen şerir oğlu
şeririmizsin!" dediler ve onu, kıymetini düşürmek için türlü türlü kusur ve
kabahatler isnad ederek kötülediler.
Abdullah b. Selâm, "Yâ Resûlallah!.. Korktuğum işte bu
idi! Ben, sana onların gaddar, yalancı, fâcir ve müfteri bir millet olduğunu
haber vermemiş miydim? İşte, dediğim çıktı!" dedi.453
Resûli Ekrem, Yahudileri huzurundan çıkardı.
Abdullah b. Selâm ise evine gitti. Onun davetiyle bütün
ev halkı ve halası da Müslüman oldu.454
Yahudilerin bazı ileri gelenleri, Abdullah b. Selâm'ı
türlü türlü desise ve sözlerle Müslümanlıktan vazgeçirmeye çalıştılarsa da
muvaffak olmadılar.
Abdullah b. Selâm'la birlikte birçok Yahudi âlimi de
samimî olarak İslâm'ı kabul edip Müslümanlıkta sebat gösterdiler, îman etmeyen
diğer Yahudi âlimleri ise, "Muhammed'e bizim şerlilerimiz tâbi oldu! Eğer
hayırlı olsalardı atalarının dinini terketmezlerdi." diye ileri geri konuşmaya
başladılar.
Bunun üzerine, Cenâbı Hakk, indirdiği âyeti kerîmede
meâlen şöyle buyurdu:
"Onların hepsi bir değildir. Ehli Kitap içinde bir cemaat
vardır ki, gece saatlerinde secdeye kapanarak Allah'ın âyetlerini okurlar."455
445 Süheylî, Ravdû'lÜnf, c. 2, s. 16;
Müslim, Sahih, c. 4, s. 120.
446 Bkz.: Âsim Koksal, Hz. Muhammed ve
islâmiyet, Medine Devri, c. 1, s. 30.
447 Tecrid Tercemesi, c. 10, s. 123.
448 Buharî, Sahih, c. 2, s. 309.
449 ibni Hişam, Sîre, c. 2, s. 163;
Belâzurî, Ensab, c. 1, s. 266.
450 ibn-i Sa'd, Tabakat, c. 1, s. 235; ibn-i
Abdi'l-Berr, istiab, c. 3, s. 922;Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbat, s. 92.
451 Buharî, A.g.e., c. 2, s. 335; Ahmed
İbn-i Hanbel, Müsned, c. 3, s. 108
452 İbn-i Hişam, Sîre, c. 2, s. 164; Buharî,
Sahih, c. 2, s. 335.
453 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 12, s. 164.
454 İbn-i Hişam, A.g.e., c. 2, s. 164.
455
Âliimrân, 113.
|